Cevher İLHAN |
|
“Hariç hesabına geçen” politikalar… |
Türkiye’nin gündemi iç içe ve bir şaşırtmaca yaşanıyor. Birçok konu siyasî iktidarca ortaya atılmasından medyanın gündemine getirilişine kadar politik hesaplara göre lanse ediliyor. Âdeta kamuoyunun gazı alınıyor; bazen iktidarla muhalefet, bazen kurumlar arasında, bazen hükûmetin ve iktidarın kendi içinde ve hatta bazen Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında görünürde farklı bakışlarla tartışma konusu yapılarak kamuoyu hazırlanıyor. Başbakan Erdoğan ile Cumhurbaşkanı Gül’ün bir nevi münâvebeyle “rolleri” değiştirerek “iyi polis-kötü polis” oynadığı birçok hususta açıkça ortaya çıkmakta. Meselâ “mayın yasası”nın Meclis’te görüşüldüğü ve Başbakan’ın “toprakları kiralatma ve kullandırma sistemi”ne itiraz edenlere tehevvürle veryansın ettiği sırada, Cumhurbaşkanı’nın “Milletvekilleri millî menfaatlerin aleyhinde bir şeyi kabul etmezler” deyip üstü örtülü bir biçimde kamuoyunda yükselen infiâli dindirmeye çalışması, mâlum ihâleye zemin hazırlamasının bir örneği… “ROL PAYLAŞIMI”YLA OYALAMA… Rol paylaşımıyla oyalama, Türkiye’nin Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinde de sözkonusu. Lâkin burada roller farklı paylaşıldı. Gül’ün Türkiye – Ermenistan futbol takımlarının maçı vesilesiyle Erivan’a gitmesiyle başlayan ve Obama’nın Nisan ayı başında Ankara’da “sınır açılması” telkiniyle devam eden süreçte Ankara - Bakü hattında tırmanan güvensizliği giderme ve ortaya çıkan tepkileri dağıtma rolü bu kez Erdoğan’a düştü. Erdoğan, son Bakü ziyaretiyle Azerbaycan Millî Meclisi’nde “Karabağ işgali sona ermeden Ermenistan sınır kapısı açılmayacaktır” teminatıyla Ermenistan’ın BM ve AGİT Minsk Grubu’nun “Karabağ işgaline son verilmesi” kararlarını hatırlatıp “güvence” verdi. Dışişleri Bakanıyla gece yarısı hazırladığı ve apar-topar açıkladıkları, “yol haritası”nın hükümsüzlüğünü bizzat ifâde etti. Buna mukabil Gül hâlâ açık açık içinde “soykırım iddiası”ndan vazgeçilmesi ve Karabağ işgaline son verilmesi”nin bulunmadığı “yol haritası”nı savunmaya devam ediyor. “Bu diplomasi kimsenin aleyhine değildir; 2009 iyi bir yıl olacak, Minsk Grubu 18 yıldır niye hareketsizdi? Mevcut durumun devamı kimsenin yararına değil” diye konuşuyor. Köşk’e yakın yazarların “berbat diplomasi” olarak niteledikleri Erdoğan’ın “güvencesi”ne örtülü bir biçimde tavır alıyor. “Normalleşme”nin Obama’nın Ankara’daki telkinleri çerçevesinde çizilen “yol haritası” kapsamında kalmasını istiyor… Tezatlar ortasında Ankara’nın hangi politikalarla hareket edeceği muamması içinde, Erdoğan’ın tavrı Türkiye ve Azerbaycan halkları nezdinde bir “minâre doğrultma” ya da “kamuoyunu teskin” taktiğinin ötesine geçmediği görülüyor. Aynı “çelişki”, Gül’ün “büyük fırsat” ya da “tarihî fırsat” dediği “Kürt meselesi”nde de su yüzüne çıkmakta. “Cumhurbaşkanı 2009 iyi olacak” sözünün sorulması üzerine Erdoğan’ın, “Kötü mü olacak!” geçiştirmesinin altında da bu anlam çıkıyor. Şehid naaşları peşpeşe Anadolu’ya gelirken, Kandil’deki Karayılan’ın “ETA tipi” tanınma ve “Bask modeli” özerklik”le başlayan, en son İngiliz The Times’e “İskoç modeli”yle “Kürt parlamentosu”nu kurma önermesine karşı Ankara’nın politikaları belli değil...
“TEZATLAR”LA BELİRSİZLİK… Terör örgütü ile “Kürt meselesi” aynı mı, yoksa farklı mı? Ankara, meselenin çözümünde terör örgütünü, Kandil’deki fiilî örgüt başını ya da İmralı’daki terörist başını “muhatap” mı alacak? Bir eski MİT yöneticisinin “Öcalan’a iş düşüyor?” cümlesinin anlamı nedir? “Silâh bırakmaya” yanaşmayan Kandil’in yerli ve yabancı gazetecilerle “Silâhları sustururum, beklerim” mesajını göndermesine Ankara’nın net bir cevap vermesinin sebebi nedir? Yoksa terör örgütü ile “pazarlığa” mı girişilecek? Bu “pazarlık”ta Bağdat’ı takmayan, kendi başına Irak petrollerini ihâleye kalkışan Kuzey Irak’ın “ayrı devlet” gibi “otonom” olması sözkonusu olacak mı? Daha Bush döneminde “PKK’yı terör örgütü ve düşman!” ilân eden, ancak Ankara’nın listesini verdiği Irak kent ve kasabalarında ellerini kollarını sallaya sallaya dolaşan 150 terörist elebaşından bir tekini dahi teslim etmeyen Washington ne kadar etkili olacak? Bölgedeki çıkarları ne kadar gözetilecek? Neticede bu soruların cevabı da “rol paylaşımı” ve “tezat politikalar”ın kargaşasında kayboluyor ve “büyük tarihî fırsat” zehirleniyor. Keza AB ile müzâkerelerin tıkanmasında ve diğer konularda da hep bu “rol paylaşımı”na başvuruluyor; ve bu yüzden bir türlü mesâfe alınamıyor… Ve bu durum, “müteharrik-i bizzat” olmayan ecnebilerin uzaktan üflediği “bilvâsıta müteharrik (başkasının tahrik edip yönlendirdiği) siyasetler”e âlet ettiriyor. Ülkeyi bâdirelere sürüklüyor. Okyanuslar ötesinden gelen ecnebilerin politikalarına mecbur ediyor. Kısacası, “hükümsüz irâde”yle “bütün harekâtı, bizzat hâriç hesabına geçen”, “menfî zaaf”la “hâriç cereyanın kuvvet veren “bir âlet-i laya’kıl” (akılsız - şuursuz bir âlet) olur” hakikatini tecelli ettiriyor. (Sünûhat, 64-65) 09.06.2009 E-Posta: [email protected] |