Cevher İLHAN |
|
“Büyük fırsat” ve demokratik çözüm (2) |
Ortada bir çelişkiler yumağı var. Cumhurbaşkanı, “Terör ve şiddet olursa hiçbir şey olmaz, terörün olduğu yerde demokrasi zor yükselir” diyor. Başbakan, “Kimlik siyasetini öncelikli mesele haline getirmek, bu ülkeye ihânettir” diye uyarıyor. Ve ardından “büyük fırsat”ı zehirleyen “Karayılan’ın önerileri” konuşuluyor… Gerçek şu ki Karayılan’ın önce Hasan Cemal, ardından da İngiliz gazeteci Anthony Loyd aracılığıyla Ankara’ya ulaştırdığı “mesajlar”, bundan bir asır önce Osmanlı’yı yıkmaya uğraşan ecnebilerle işbirliği içindeki kavmiyetçilerin “muhtariyet talebi”yle aynı. Bediüzzaman’ın doksan yıl önceki tespitiyle, “kendilerini Kürdlerin vekil-i müdafi’ olarak gösterenler”in öncülük ettiği “hakiki Müslümanlardan olan Kürdleri Müslümanlıktan ayırma” hesabına, ifsad şebekelerinin “büyük plânı”nın propagandası. “Büyük plân” şu: “Öcalan’ın tâlimatı”yla tıpkı “DTP raporu”ndaki gibi güya “bağımsızlık” iddiasından ve “bağımsız devlet”den vazgeçiyor gibi görünüp, lâkin “özerklik” perdesinde etnik ve bölgesel farklılık üzerine bina edilen “tefrika” fitnesine zemin hazırlamak. İngiliz The Times gazetesinin Karayılan’ın ağzından, “Terör örgütünün Türkiye’de yaşayan 12 milyon Kürt için bağımsız bir devlet kurma yönündeki esas talebinden vazgeçtiği”ni duyurup, ülkenin kavmiyetçilik üzerine “özerk bölgelere bölünmesi”ni ve “etnik parlamento” müzâkeresini, “iki tarafın da kaçırmaması gereken nadir fırsat” olarak lansesi, bu fitnenin bir parçası. Bediüzzaman’ın ifâdesiyle, “Kürdleri ecnebî himâyesi altına alan “İslâm’ın men’ettiği (yasakladığı), uhuvvet-i İslâmiyeye (İslâm’ın mânevî kardeşliğine) münâfi (aykırı) pek mânâsız bir iddia olan ‘Kürdlük davası”nın tahriki, Osmanlı devletini ortadan kaldırmaya uğraşan, Birinci Dünya Savaşında Ortadoğu’yu cetvellerle bölüp parçalayan ecnebilerin telkinini taşıyor. (Kürdler ve Osmanlılık, Sebilürreşâd, 17 Mart 1920;Eski Said Dönemi Eserleri,107-110, Yeni Asya Neşriyat)
DEMOKRATİKLEŞME MUNDAR EDİLMEKTE Kısacası, Karayılan’ın “yerli” ve yabancı gazetecilerle ilettiği “istekler”, Ankara’dakilerin “büyük fırsat” dediği, dünyanın gözünde “hak ve özgürlükler” olarak lanse edilen demokratik açılımları, “çirkin ırkî ayırım illeti”ne âletle mundar etmekte. Yeryüzünün şenlenişi ve baharın diriltilişi olan Nevruzun “kavmiyetçilik” politikalarıyla tefrika tahrikine ve “isyan provası”na dönüştürülmesi misâli, hak ve özgürlükler, mâsum talepler, “etnik farklılık” üzerinden “kimlik tartışmaları”yla fitne malzemesi yapılmakta. Görünen o ki Osmanlı’nın son döneminde olduğu gibi, “muhtariyet” perdesi altındaki tahrik, “altıyüz seneden beri bayrak-ı tevhidi (İslâm’ın tevhid ve birlik bayrağını) umum âleme karşı i’lâ eden (yücelten) Türkler”le onların “cihâd arkadaşı” Kürtleri birbirinden koparma komplosu… Bediüzzaman’ın “Prens Sabahaddin Beyin Su-i Telakki Olunan Güzel Fikrine Cevab”ta ikaz ettiği, “adem-i merkeziyet”in amcazâdesi olan “gayr-ı mahlut (tek bir ırkı temsil eden) siyasî kulüpler (particiler)” sirayetiyle “muhtariyet”ten “bağımsızlığa” varan “iftirak” fitnesini azdıran, bölünmeyi kışkırtan teşebbüsler, aynı menhus maksada mâtuf. Demokrasi ve hürriyetin “hasene-i uzması (büyük hayrı ve iyiliği)” olan “millî ittihadı” zehirleyen iftiraka çeviren ırkçılıkla fitneyi uyandırmaktır. (a.g.e., s.183-4)
ECNEBİ POLİTİKASINA ÂLET… Bütün milletin hakkı olan hakları ve hürriyetleri meşru zeminlerde akl-ı selimle mâkul demokratik talepler olarak belirlemek yerine, terörü “tehdit” ve “şantaj” aracı kullanıp birlik ve bütünlük perdesini yırtmak, keşmekeş ve kargaşa ortasında büyük bir günâh olan “meyl-i iftirakı (ayrılık düşüncesini)” alevlendirmektir. Bin sene birlikte yaşamış, omuz omuza cihâd edip Kur’ân’ın bayraktarlığını yapmış Türklerle Kürtlerin ve sâir Müslüman unsurların birbiriyle mecz olmuş ve “tam birleşmiş İslâmî bir milliyet” haline gelen inanç birliği üzerinde gelişen kardeşliği, “etnik iftirak”la dinamitlemek, küresel ifsad şebekelerin tuzağına düşmektir… Milyonlarla şehidin kanıyla kaynaşmış İslâm kardeşliği bağıyla bin yıl boyunca barış ve birlik içinde yaşamış Türklerle Kürtlerin bütünlüğünü inanç temelinden tasfiye; mânevî muhkem birlik rabıtalarını, ayrılıkçı te’villerle bombalamak, ecnebi politikasına âlet olmaktır… Bu durum, vatanı-milleti ve en evvel Kürtleri dehşetli bâdirelere sürükler. Kuzey Irak’ta olduğu gibi, Kürtleri okyanuslar ötesinden gelen işgalci emperyalistlerin kucağına düşürür. “Hükümsüz irâde”yle “bütün harekâtı bizzat hâriç hesabına geçen”, “menfî zaaf”la “hâriç cereyana kuvvet veren bir âlet-i laya’kıl (akılsız-şuursuz bir âlet) olur.” (Sünûhat, 64-65) Özetle “özerklik modeli”ni, “federasyon” ve “eyâlet” tartışmalarını, “etnisiteyi siyasallaştırma”yı gündeme getirmenin “demokratik talepler”le, iyiniyetle alâkası yoktur. Olsa olsa bütün bölge halkını mandacılıkla “ecnebî himâyeciliği” altına sokar. “Büyük fırsat”, tefrikaya karşı yegâne çâre demokratik çözümdür; bu dikkat ve ferâsettir… 02.06.2009 E-Posta: [email protected] |