Süleyman KÖSMENE |
|
Muhtelif sorular |
Afyon’dan okuyucumuz: “Okuma programları için bir hafta süreyle değişik illere gidiyoruz. Öğrenciler soruyorlar: ‘Seferî miyiz?’ diye. Namazı tam kılmamız mekruh mudur?”
Seferde ihtiyaç yoksa namazı tam kılmak günah olmadığı gibi, mekruh da değildir. Çünkü burada emre itaatsizlik yoktur. Konuyla ilgili emir şöyledir: “Yeryüzünde sefere çıktığınız zaman kâfirlerin size bir kötülük etmesinden korkacak olursanız, namazdan kısaltmanızda size bir günah yoktur.”1 Bu âyette seferde ihtiyaç varsa namazı kısaltmaya izin verilmiştir. İhtiyacı olmayıp da namazı kısaltmayanlara günah işledikleri veya ibadetlerinin mekruh olduğu söylenilmez. Nitekim Şafiî mezhebinde namazı kısaltmak kişinin tercihine bırakılmıştır. Hanefî mezhebine göre mekruh olan, yolda namazı kısaltmaya izin verilmişken, verilen bu genişlikten bilhassa dar zamanlarda yararlanmayıp darlık ve zorluk içinde namaz kılmaktır. Çünkü insan kendisini namaza veremeyecek, içinde bulunduğu yol endişesi, korku ve tehlike gibi zorluklar namazdaki huzurunu bozacaktır. Nitekim abdest bozma ihtiyacı varken namaz kılmak da, akşam yemeği hazırken namaza durmak da yine bundan dolayı mekruhtur. Çünkü abdest bozma ihtiyacı hisseden kişi namazda huzursuz olacağı gibi, aç kişi de namazda yemekle meşgul olacaktır. Bu örneklerde olduğu gibi, keza, otobüsü kaçırma endişesi yaşayan seferî birisinin, bu sırada namazını kısaltmayıp tam kılması yol endişesini arttıracağı ve namazdaki huzurunu bozacağı kesindir. O halde seferde ihtiyaç varken bu Kur’ân izninden yararlanmalıdır. Fakat kişi yolda endişe yaşamadığında veya varacağı şehre ulaştığında, kaldığı bir haftalık süre içinde ihtiyaç hissetmediği zamanlarda namazını tam kılabilir. Bunda hiçbir sakınca ve günah yoktur. Mekruh da değildir. Namazını dilerse tam kılabilir ve tam kıldığı takdirde namazı sahihtir. Bu kişinin, sefer illeti varken, ruhsatın kendisi için devam ettiğini bilmesi yeterlidir. Çünkü ihtiyaç hissettiğinde namazı kısa kılma ruhsatı saklıdır. *** Erdal Bey: “Hizbü’l-Envari’l-Hakaikı’n-Nuriye’yi Arapça esasından okurken mânâsını bilemediğim için bir derece gaflet içerisinde okuyorum, zihnim başka şeyler ile meşgul oluyor. Fakat böyle okumak duânın şartlarına, icaplarına, gereklerine uygun olmadığını düşünerek soruyorum, acaba onun yerinde Türkçe tercümesi okunması daha efdal olmaz mı? Cenâb-ı Hakkı nasıl tesbih ve tahmid ettiğimi bilerek ondan ne istediklerimi anlayarak Türkcesini Arapça aslının yerine okusam, daha içten daha samimi dua etmiş olmaz mıyım?”
Bediüzzaman Hazretleri, “Gafletle yapılan zikirler dahi feyizden hâli değildir” der. Yani zihnimiz başka şeylerle meşgul olsa da, okuduğumuz duâdan feyiz alan duygularımız vardır. Çünkü insan sadece akıldan ibaret değildir. İnsanın, duâdan feyiz alma noktasında, zihnî farkındalık istemeyen duyguları da mevcuttur.2 Öte yandan Hizbü’l-Envari’l-Hakaikı’n-Nuriye’de kaydı geçen birçok metin ya doğrudan vahiydir, ya da vahye dayalı olarak ehil âlimlerce tanzim edilen metinlerdir. Bu metinler bizim dert ve ihtiyaçlarımızı, suâl ve duâlarımızı en güzel ifâde edecek biçimde Arapça olarak tanzim edilmişlerdir. Arapça okuma sıkıntısı çekmiyorsak, bu metinleri Arapça olarak okumak duâ ve niyaz derinliği vermesi açısından daha efdaldır. Çünkü tercümeler ne kadar mükemmel de olsa, beşerîdir, eksik ve kusur düşebilir. İlâveten, yine duâ makamında Türkçe tercümesini de okumamızda şüphesiz hiçbir sakınca yoktur. Fakat Arapça okuma sıkıntımız varsa, bu duâları sâir dillerde de okuyabiliriz. Bu durumda okuyabildiğimiz her dil duâ dilidir. *** Bayan okuyucumuz: “Münacatü’l-Kur’ân’da secde âyeti var mıdır? Varsa hangi âyetlerdir?”
Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle Münacatü’l-Kur’ân, “Çok parlak ve çok kıymettar ve sevabı çok yüksek ve Kur’ân’ın harika belagatındaki i’câzın lem’alarını taşıyan emsâlsiz bir münacattır.” Hazret-i Osman Efendimiz (ra) Kur’ân ayetlerinden tanzim etmiştir. Hazret-i Ali Efendimiz (ra) de rivayet etmiştir. Cevşen ve Celcelutiye gibi gayet kudsî ve âyetlerin sarih lafızları ile yapılmış olması cihetiyle onlardan daha yüksek bir münacattır. Münâcâtü’l-Kur’ân’da iki adet secde âyeti vardır. Bunlar okunduğunda secde yapmak vaciptir. Bu âyetler şunlardır: 1- “Nahl” başlığı ile verilen âyetlerin ikincisi secde âyetidir. Bu âyet Nahl Sûresinin 49. âyetidir. 2- “Neml” başlığı altında verilen âyetlerin ilki de secde ayetidir. Bu âyet de Neml Sûresinin 25. âyetidir.
Dipnotlar: 1- Nisâ Sûresi: 101 2- Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, s. 140 09.06.2009 E-Posta: [email protected] |