Umut YAVUZ |
|
‘Avrupa’da ırkçılık yükseliyor’ demek doğru mu? |
Bu hafta içinde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinin en dikkat çekici yönü şüphesiz seçimlere katılımın düşük olmasıydı. Diğer husus ise merkez sağ partilerin ciddî farkla zafer kazanması idi. Bu sonuçların Avrupa’da ırkçılığın yükseldiği ve Türkiye karşıtlığının zafer kazandığı şeklinde yansıtılması ise gerçekle pek bağdaşır görünmüyor. Avrupa ülkelerinde AP seçimlerine katılım sadece yüzde 43 civarında... Yani Avrupa’da oy verme hakkına ve selahiyetine sahip insanların yarısından fazlası seçimlere ilgi göstermemiş bile. Dolayısıyla ortaya çıkan sonuçlardan Avrupa’da herhangi bir akımın zafer kazandığı şeklinde bir sonuca ulaşmak oldukça büyük bir sosyolojik yanılgıya sebep olur. Avrupa’da sağ dediğimiz ve esasında Hıristiyan demokrat ve liberal demokrat olarak da tabir edilen siyaset aktörlerinin sanki üzerine dayandığı tek noktanın ırkçılık ve Türkiye düşmanlığı olduğunu varsayarak böylesi bir analize girişmek, en hafifinden bize özgü megalomani ile açıklanabilir. Avrupa Parlamentosu seçimlerini Türkiye meselesi üzerinden değerlendirmek kesinlikle eksik ve yanlıştır. Avrupa’nın kendi içinde bir genişleme politikası tartışması olduğu bir gerçektir. Ancak bu mesele de başlı başına Türkiye’nin üyeliğine endeksli değildir. Avrupa’da genişleme tartışmalarının dayandığı iki temel konu vardır. Birincisi ‘Balkan ülkelerinin üyeliği’ ikincisi de ‘Lisbon sözleşmesinin kabulü’ meselesidir. Genişlemeye sıcak bakmayanların eski Yugoslavya ülkelerinin birliğe üye olacak seviyede olmadıklarını düşünüyorlar ancak esasında AB’deki genel kanı bu ülkelerin elinden AB vizyonunu almanın bölgedeki barışı olumsuz yönde etkileyeceği yönünde. Diğer taraftan ise üye ülkelerin tamamının Lisbon antlaşmasını kabul edip, AB kurumlarını güçlendirmeden yeni üye kabul edilmemesi şeklinde dillendiriliyor. Bu tartışmaların hepsi AB Dışişleri Bakanları’nın, Dönem Başkanı Çek Cumhuriyeti’nin Hluboka şehrindeki gayriresmi buluşmasında yapıldı. Tartışmalarda en çok genişleme meselesi ele alındı ve bu iki konu üzerinden yapıldı. Demek ki Türkiye’yi konunun merkezine koymak pek gerçekçi bir duruş değil. Eğer Avrupa’da meselelerin Türkiye yandaşlığı ve karşıtlığı üzerine temellendiğini varsayarsak, en çok ırkçılığın yükselişi ile anılan Fransa’da, Kızıl Dany lâkaplı Daniel Cohen-Bendit’in önemli zaferini nereye koyacağız. Evet Fransa’da Nicolas Sarkozy’nin UMP’si birinci oldu olmasına ama asıl yükselişi sağlayan ve seçimlere damgasını vuran ise Türkiye’nin üyeliğini her fırsatta destekleyen ve anamuhalefetteki sosyalist partiyi de 4 puan geride bırakarak herkesi şaşırtan Daniel Cohen-Bendit oldu. Herşey bir yana Fransa’da seçimlere katılım oranı ise sadece yüzde 40 idi... Yani Fransız seçmenin yüzde 60’ı sandıklara gitmedi... Madem aşırı sağcı seçmen Fransa’da Sarkozy’nin, Almanya’da da Merkel’in Türkiye karşıtlığına oy verdiler, o halde oy vermeyen yüzde 60 Türkiye’nin üyeliği konusunda en azından negatif bir görüşe sahip değil diyebiliriz. Çok sağlıklı olmayan bu tür çıkarımlar Avrupa’nın gerçek tablosunu ortaya koymada her zaman yetersiz kalmıştır. Bütün bunlar bir yana Avrupa Birliği hakkında ortaya atılan “Aslında AB bitmiştir, Avrupalılar bile ortak bir Birliğin gerekliliğine inanmıyor” şeklindeki görüşün ise dayanaksız olduğunu ortaya koyan bir araştırma yayınlandı geçenlerde. Viavoice enstitüsü; Fransa, Almanya, İtalya, İspanya ve İsveç’te 5 bin kişi arasında kamuoyu araştırması yapmış. Vatandaşlara, ortak başkanlık, ortak maliye ve dışişleri bakanlıkları, ortak ordu gibi konularda sorular sorulmuş. Araştırma, İtalyanların yüzde 59’u, İspanyolların yüzde 48’i, Fransızların yüzde 46’sı, Almanların ise yüzde 35’nin “daha fazla Avrupa” istediğini gösterdi. Nabız yoklamasına göre; İtalyanların yüzde 73’ü, Fransızların yüzde 64’ü, İspanyolların yüzde 63’ü, Almanların yüzde 51’i “Avrupa Başkanlığı” fikrini destekliyor. AB bünyesinde ekonomi ve maliye bakanlığı kurulmasını isteyenlerin oranı, İtalya’da yüzde 78, İspanya’da 76, Fransa’da 72, Almanya’da yüzde 57 çıktı. Avrupa dışişleri bakanlığı kurulmasını isteyenlerin oranı da; İtalya’da yüzde 76, İspanya ve Fransa’da 73, Almanya’da yüzde 62 oldu. Demek ki, “Avrupa Birliği fikri ölü bir fikir, biz de boşuna uğraşıyoruz, zira biz üye olana kadar böyle bir birlik bile kalmayacak” şeklindeki maksatlı üretilen yanılgıya asla kapılmamak gerekiyor. Her defasında Avrupa’daki Türkiye karşıtları ile Türkiye’deki AB karşıtlarının ortaklaşa ürettiği bu türden safsatalara aldanmak ve buluttan nem kapmak yerine Türkiye’nin yapması gereken reformları yapıp, hayata geçirmesi hepimizin yararına olacaktır. 09.06.2009 E-Posta: [email protected] |