M. Latif SALİHOĞLU |
|
Unsur için eyalet fikri |
Son haftalarda gündemin zirvesine oturan "Demokratik açılım/nâm–ı diğer Kürt açılımı"na dair meydana çıkan düşünce ve tartışmaların, sunulan yol haritası ve çare tekliflerinin haddi hesabı yok. Herkes kendi kanaatini beyan ediyor, bakış açısına göre meseleyi değerlendirmeye çalışıyor. En başta ifade edelim ki, yazmaktan, konuşmaktan, tartışmaktan, birbiriyle diyalog kurmaktan bir zarar gelmez. Çünkü, insanlar konuşa konuşa... Asıl büyük zarar ve tehlike, suskunluk ve diyalogsuzluk halinden kaynaklanır. Birbiriyle konuşmayan, yahut konuşturulmayanlar, birbiriyle sözlü diyalog köprüsü kuramayanlar, zaman içinde ne yazık ki, şiddete ve silâha dayalı bir diyalog kurma cihetine gidiyorlar, gitmek mecburiyetinde bırakılıyorlar. Demek ki, aynı dünyayı paylaştığımız insanlarla rahatça konuşmalı ve onları da aynı rahatlık içinde konuşturmalı; yani, herkes için fikir ve kanaatini beyan etme hürriyetini kâmil mânâda tesis etmeye çalışmalıyız. Böylesi bir hürriyet ve rahatlık ortamı içinde, ister istemez ortaya bir çeşitlilik tablosu çıkacaktır. Bu kaçınılmazdır. Kendini şahane hür ve serbest hisseden her vatandaş, gündemdeki konular hakkında konuşurken, meselâ çıkıp "Ey millet! Benim bu konudaki fikrim, görüşüm, kanaatim budur. Bunu beğenip beğenmemek, size aittir" diyebilir, diyebilmeli. Fikir ne kadar aykırı gelse de, bize göre buna saygı duyulmalı, en azından tahammül gösterilmeli. Zira, "Her hükümette muhalif bulunabilir." Bu meyanda, dikkat edilecek bir nokta şudur: Bir kimse, kendi indî yahut hissî görüşlerine, tanınmış muteber zatları âlet ederek, kendi fikrini onların fikriymiş gibi takdim ederse, bu yanlış olur. Üstelik, yapılan yanlışlık beraberinde daha başka yanlışlıkları getirir. Tahrik ve tetikleme neticesi, ortalık iyice bulanır. Onun için, bu noktaya nihayet derecede dikkat ve hassasiyet göstermek gerekiyor. Meselâ, birileri çıkıp diyor ki: "Bu Kürt açılımı konusunda Bediüzzaman Hazretlerinin görüşü budur. Eserleri olan Risâle–i Nur'daki şu ifade de bu görüşün delil ve ispatıdır." Üstad Bediüzzaman'ın ifadesiyle "Risâle–i Nur, mesail–i ilmiyedir." Dolayısıyla, Risâle–i Nur'la bağlantılı ilmî meselelerde kendinden emin, gayet rahat ve çok net bir şekilde fikir beyan edilebilir. Ancak, bir mesele ilmî olmaktan ziyade siyasî ve içtimaî hususlarla ilgiliyse, bunda kesin ve keskince ifadeler kullanmaktan kaçınmalı. Meselâ, "Şu mesele kesinlikle böyledir" demek yerine "Ben bu bahsi böyle anlıyorum. Bu sözden, kendimce şu mânâyı çıkarıyorum" demek, daha münasip düşer. Zira, siyasî ve içtimaî meselelerin konjonktürel tarafı ağır basar. Siyaset statükoyu, yeknesaklığı kaldırmaz; siyasetin çok değişken ve dinamik bir yapısı vardır. Yeni gelişmeler, çoğu zaman yeni yorumlamaları gerektirir. Sözü, Üstad Bediüzzaman'ın Prens Sabahaddin Beye yazdığı mektuba getirmek istiyorum. "Prens Sabahaddin Beyin sû–i telâkki olunan güzel fikrine cevap" başlığını taşıyan bu mektupta, zamana ve konjonktürel şartlar noktasına kuvvetli vurgular var. Meselâ, "adem–i merkeziyet"çi görüşleri için meâlen deniliyor ki: "Bu fikri yorumlamanız güzeldir. Buna akıl/fikir erdirebiliyoruz. Fakat, istidadımızla amelen, yani fiilen tatbik edemeyiz. Tatbik edilebilmesi için, çok zaman lâzım." (Eski Said Dönemi Eserleri, s. 184) Esasında, bundan yüz sene evvel sarf edilen bu sözlerin üzerinden yeterince bir zaman dilimi geçmiştir, denilebilir. Lâkin, şu noktayı özellikle vurgulamak lâzımdır ki: Üstad Bediüzzaman, bu adem–i merkeziyet fikrinin siyasî ve ırkî mânâda tatbik edilmesini doğru bulmadığını özellikle beyan ediyor. 1908'de Ahrarlar tarafından ortaya atılan bu adem–i merkeziyet teorisini, Üstad Bediüzzaman, hasseten sosyal, kültürel, maarif ve medeniyet gibi idareye taalluk eden sahalarda uygulanmasının terakkiyata sebebiyet vereceğini gayet veciz bir sûrette nazara veriyor. Hatta öyle ki, bu fikrin " teşebbüs–ü şahsî ve hiss–i rekabet"i uyandırmasıyla, kabiliyetleri kamçılayacağı ve musabakayı netice vereceği için, bunu "makine–i terakkiyat–ı medeniyetin buharı hükmünde" gördüğünü açıkça ifade etmiştir. Demek ki, Bediüzzaman bu güzel fikrin iftiraka götürecek siyasî ve unsurî tarafı ile değil, belki hakiki ittifaka ve terakkiyata götürecek tarafıyla ilgilenmiş ve böylelikle gelecek için bir yol haritasını göstermiştir. Esasında, Üstad Bediüzzaman bütün hayatı boyunca ihtilâfa, tefrikaya, ayrışmaya götürecek fikir ve hareketlerin karşısında durmuş, ittifaka, imtizaca, yani bütünleştirmeye ve kaynaştırmaya yarayacak fikir ve teşebbüslere iltifat göstermiş, ayrıca bunu fikren ve fiilen ispata çalışmıştır. Meselâ Türk, Kürt, Arap, vs. menşeli talebeleri arasında herhangi bir ayrım yapmadığı gibi, tıpkı Asr–ı Saadet modeli onları birbiriyle kaynaştırma cihetine gitmiştir. Öte yandan, kendi tâbiriyle "Kürtlerin serbestiyet–i inkişâfı"nı istemiş, cehaletten kurtulup maarifte yükselmelerine vargücüyle çalışmış, temel eğitimi (Darüttâlim) ana dilleriyle yapmaları ve üniversitede (Darülfünûn) ise Kürtçe'nin câiz (seçmeli ders) olması gerektiğini ifade etmiştir. Buna mukabil, Kürtlerin Türklerden ve Osmanlı'dan ayrılmasını, ayrılanları örnek almasını asla istememiştir. Hatta, zor durumda kalan Türk kardeşlerine—ayrılanların rağmına—dest–i sadakati uzatarak, müşterek bir beden teşkil etmelerini istemiştir. "Mahasıl, onlar bizim aklımız, biz de onların kuvveti; mecmuumuz bir iyi insan oluruz" demesi, bu gerçeğin bâriz bir ifadesidir. (Age, s. 186) Ayrıca, Münâzarât isimli risâlenin baş kısmında eski eserleri hakkında yer alan "Şu eserlerin her birisi Kürt olduğu gibi, aynı halde Türk, aynı vakitte Araptır" ifadesi, onun ne derece birleştirici, bütünleştirici bir dâvâ ve misyonun sahibi olduğunu açıkça gösterir. Şimdi bütün bunlar ve benzer mânâda daha bir çok hakikat meydanda iken, tutup ayrışmaya götüren ve siyasî bölünmeyi işmam eden federasyondan, yahut "Kürtler için eyalet" tarzında, mahiyeti gibi neticesi de muğlak ve meşkük sözler sarf etmek, üstelik bunları Üstad Bediüzaman'ın aslî dâvâsıyla irtibatlandırmaya kalkışmak, bize fevkalâde tehlikeli olduğu kadar, vebâli de mucip bir harekettir. Kâinat çapındaki (cihanşümûl) bir kudsî dâvâyı, insanların nazarında adi, basit siyasî ve ideolojik cereyanlara kurban etmek gibi bir vebâlin altına girmekten Allah'a sığınırız. 05.09.2009 E-Posta: [email protected] |