Yasemin YAŞAR |
|
Davranış ve duygunun ölçü ve ayar zamanı-2 |
Ramazan ayı, Cenâb-ı Hakk’ın Rububiyetinin idrakinin en dorukta olduğu bir aydır. Rububiyet kısa anlamıyla, Cenâb-ı Hakk’ın terbiye etmesi, koruyup gözetmesidir. Yani kâinatın her ânına nazar eden, her ânındaki her mahlûkla ilgilenen ve mahlûkatın kemâle doğru seyahati esnasında mümanaat eden manileri def eden, Rahman ve Rahimiyetiyle rızıklandıran, aynı zamanda şefkatle terbiye eden gibi anlamlarıyla düşündüğümüz, belki de aynelyakin ve hakkalyakin idrak ettiğimiz Allah’ın sıfatıdır. Çünkü insan, Ramazan ayı dışındaki zamanlarda, sebeplerin esaretinden kurtulamayabiliyor. Fakat Ramazan, sebeplerin belki de anlamını yitirdiği, her şey olmasına rağmen O’nun emri olmadan hiçbir şeyin yapılamayacağının anlaşıldığı bir aydır. Allah, insanın eline, Rububiyetini ve sıfat ve isimlerini tanıtacak, hakikatlerini gösterecek işaret ve nümunelere cami bir ‘ene’ vermiştir. Okuma işlemi beyin, göz, kulak ve ağızla yapılan kolektif bir iş ise, mânâ okumaları da ene başkanlığında nefsin, vicdanın, kalbin ortak çalıştığı bir okumadır. Burada asıl olan ene başkanlığında bu mânâ okuma işinin yapılmasıdır. Aksi halde ene bu işlevinin farkına varmaz ve anlamaz ise, devreye nefis girer ve mânâlar okunamaz hâle gelir. Çünkü nefis emmâredir. Emmâre nefsin rengi de siyah yani karanlıktır. Dolayısıyla nefsin, bu mertebede (emmâre) kendinde nurların, sırların, isim ve sıfatların tecellileri görülmediği için, mânâ okuması yapması güçtür. Bununla beraber insan sadece nefisten ibaret değildir. İnsanın kalın ipini oluşturan diğer cihazlar, duygu ve hislerden ihtarlar gelmeye başlar. Duygular faniliğin ihtarını verir. Kalp fani şeylere muhabbetin ayn-ı elem olduğu ikazlarını yapar. Akıl delil ister, anlık zevklerden hoşlanmaz. En önemli ihtar da vicdandan gelir. Mânâsı okunmayan her şey, yaşanan her hadise, mutluluk bile olsa, insana daimî bir zevk vermez. İşte Ramazan’ın, enenin haddini bildiren açlık ile her şeyin daha bir mânâ kazanması, nefsin susup kalpte hikmet ve nurların parıldamaya başlaması, Cenâb-ı Hakk’ın gizli bir hazine olup bilinmek istemesinin neticesinde insan tarafından isim ve sıfatlarıyla anlamaya çalışıldığı bir ay olması bu bakımdan önemlidir. Ramazan ayındaki açlık ile nefis terbiye olduğu için, ene (mânâsını bilen) devreye girerek, insana yavaş yavaş düğümler çözülür. İnsan böylece zahiren açık, hakikatte kapalı olan âlemlerin anahtarlarını bir bir keşfetmeye başlar. Bu keşifleri arttırdıkça mutluluğu da artar. Şüphesiz her ibadetin insanın hem şahsî hayatına, hem içtimâî hayatına bakan hikmetleri vardır. Oruç ibadetinde de insan aşırı duygularını en etkili bir biçimde disipline etmeyi öğrenir. Görmediği Rabbini görüyor gibi inanan, inancının gereği hiç kimsenin olmadığı yerde yemeyip oruç tutan insan, benzer konumlarda da aynı inançla hareket edecektir. Kimsenin görmediği yerlerde şehvetine hâkim olmayı öğrenecektir. Dolayısıyla oruç ibadeti, ona sadece yeme şehvetini disipline etmeyi sonuç vermeyecek, aynı zamanda iffetini de korumayı öğretecektir. Yani, helâl bile olsa, her şeyin bir zamanı olduğunu ihtar edip, sabır kuvvetini geliştirecektir. Hâsılı, insan, ibadetlerin sağladığı iç disiplin ile iffetli, hikmetli, şecaatli yani adalet sahibi ve ahlâklı birisi olacaktır. İbadetler sayesinde iç âleminde vasatı yaşayan insan, içtimâî hayatta da vasatı yaşayacaktır. Aksi halde bu ibadetleri yapmayan bir insanın, içtimâî hayatta da barışık ve dengeli, adaletli olması mümkün değildir. İnsan, kendi iç dünyasıyla düzen ve istikamete kavuşmadıktan sonra, dış durumu itibariyle kat’iyyen güzel olamaz, güzel görünemez, görünse de uzun zaman öyle kalamaz. Böyle binler hikmetlerle dolu bir aydan nasipsiz kalmak, Bediüzzaman’ın tabiriyle insan ismine yakışmaz. 30.08.2009 E-Posta: [email protected] |