26 Temmuz 2009 ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR İletişim Künye Abonelik Reklam Bugünkü YeniAsya!

Eski tarihli sayılar

Günün Karikatürü
Dergilerimiz

Yasemin YAŞAR

Kibir, Rabbi unutma alâmetidir


A+ | A-

Mânevî bir hastalık olan kibir, kendisini başkasından üstün görmek anlamına gelmektedir. Kötü ahlâk olan ve aynı zamanda haram olan bu huy, aslında Rabbini unutma alâmetlerindendir.

Kibrin zıddı ise, tevazudur. Tevazu da kendini başkaları ile bir görmek. Yani ne aşağı, ne de üstün bilmektir. Yerine ve zamanına göre davranılmaması hâlinde birbirbirine karışan bu kavramların arasında çok ince çizgiler bulunur. Meselâ, kibir sahibi birisine, tevazu göstermek zillettir. Tevazu sahibi birine, üstünlük göstermek de kibirdir. Kâfire karşı gösterilen kibir, vakar adını alır. Mü’mine karşı gösterildiğinde, kötü ahlâk olan kibir adını alır. Ancak ölçüsünü bildiğimiz ve nerede kullanılacağı anlaşıldığı takdirde iyi haslet olabilirler. Aksi halde; vakar, haram bir fiil olan kibre; tevazu, münafıklık hassalarından olan zillet hâline dönüşebilir.

Tekebbür dediğimiz sû-i ahlâkın en kötüsü de Yaratan’a karşı yapılandır. Bu kibir hâli, aciz, zayıf, elinden bir şey gelmeyen, kul olan insanın kendi Mâlikine, Sahibine, Sonsuz kudret sahibi Rabbine karşı savaşıdır. İblis de bu tekebbürü ile şeytanlaşmış ve Rabbinin huzurundan kovulmuştur. Halbuki üstünlük kendini üstün görmekte değil, tevazu göstermektedir.

Bir niyet değişimi ile, konuştuğumuz sözler, giydiğimiz giysiler, kullandığımız eşyalar ya şükür vesilesi, ya da kibir olabilir. Çok tehlikeli ve gafleti hiç kaldırmayan bu düşüncelere karşı Müslümanların çok dikkatli olması gerekir. Temelinde enaniyet yatan bu mânevî hastalıklara yakalanmamak için mahiyetini tanımak, hastalığın bulaşma yollarını, yapacağı tahribatı iyi bilmek gerekir.

Enaniyetten türeyen bu hastalıkla kişi kendini farklı özellikleri varmış gibi düşünüp, her hâl ve hareketiyle bu farklılığı üstün bir şahsiyet olduğunu hissettirmek düşüncesindedir. Rûhî bir hastalık olan bu davranış ve tavırları sergileyen insanlar, kendilerine rakip saydığı kimseleri küçük görür ve göstermek ister. İşte bu düşünceden de başka başka hastalıklara giriftar olur. Başkalarının üstün meziyetlerini duymaya bile tahammül edemez ve duydukça öfkelenip, en başta kendi duygu ve düşüncelerini kirletir, sonra da içtimâî hayatı bulandırır. Haset, kıskançlık, gıybet, sû-i zan gibi.

Mahlûkata ve Yaratan’a karşı yapılan bu kibir hastalığı ile insan, öyle bir körleşir ki, karşısındaki hiçbir düşünce ve davranışa iltifat etmediği gibi, âyet ve hadislere dahi şahsî yorumlar getirerek, kendini ifade peşinde koşar. Bu hasta tipler, muhalif istemezler. Fakat menfaatleri olan kimselerle aynı karelerde bulunabilirler. Zengin, fakir, havas, avam ayırımı yaparak fakirlerle avam insanlarla beraber aynı karede olmak onları rahatsız eder. Temelinde narsist bir kişilik barındıran kibirli insanlar, bütün gözlerin, konuşmaların kendi minvallerinde dönmesinden hoşnut olurlar. Bu tür insanların aslında hiçbir fikir ve düşünceleri, tavır ve davranışları normal değildir. Hayatlarındaki en basit şeyleri dahi kibirlerine kullanıp, onlarla üstünlük taslayabilirler. Hiç küçümsenmemesi gereken bu his, eğer zamanında tedavi edilmezse çok ileri boyutlara gidebilir. İblis, Karun, Firavun, Nemrut, Ebû Cehil, Lenin, Stalin gibi dinsizler ve diktatörleri netice veren bu his, kibir hissinden başkası değildir.

Kibir, imanlı bir yaşayışın önündeki kocaman bir taş gibidir. Çünkü Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde, “Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse Cennete giremez” buyurmuşlardır. Kalbe yerleşen bu his, imanın bütün nurlarını söndürecek kadar tehlikeli bir hastalıktır.

Bulduğu ile yetinmeyen, kanaatsiz olan bu insanlar umduklarını bulamayınca da depresyonlara, streslere ve türlü türlü psikolojik hastalıklara düşerler.

İnsan, arzu ettiği dünya ile takdir edilmiş dünyası arasındaki uçurumlar nispetinde, psikolojik hastalıklara yakalanır. Kadere rıza, kanaat, tevekkül gibi âlî ahlâkla ancak bu hastalıklardan kurtulabilir. Nefsinden kaynaklanan istek ve arzularını mutlaklaştırdığı ölçüde, vazgeçilmez gördüğü nispette hastalık artacaktır.

Kibirli insan, marifete kapalı insandır. Kibirli insan, insanlığa da kapalıdır. Buna karşılık, şeytanın çabuk ve kolay kandırdığı, küfre daha yakın, süflî ahlâka daha kolay girebilen bir insandır.

Marazlı bir ruh hâli olan kibrin farklı farklı sebepleri vardır. İlim sahibi olmak, soy, güzellik, kuvvet, mal ve mevki gibi. Bu sıfatlar cahillerde bulununca kibre sebep olur.

İlim kibre sebep olduğu gibi, kibrin ilâcı da ilimdir. İlim çok kıymetli bir ihsandır. Bunun için ilme sahip olan insan, ilmini tahakküm ve kibir aracı olarak kullanırsa ve öğrendiği ilim onu Allah’a yakınlaştırmayıp, uzaklaştırırsa, bu ilme zaten ilim denmez. “Onların dalâleti fenden ve felsefeden geldiği için acip bir gurur ve garip bir firavunluk ve dehşetli bir enaniyet onlara verip, nefislerini öyle şımartmış ki, kâinatı idare eden İlâhî kanunların şuâlarını ve insan âleminde o hakaikın düsturlarını, süflî hevesatlarına ve müştehiyatlarına müsait görmediklerinden (hâşâ), eğri, yanlış, noksan bulmak istiyorlar.” (Şuâlar, s. 624) Çünkü hakikî ilim sahipleri, aczini, fakrını anlayan, Hâlık’ına karşı korku ve muhabbetini arttırıp, mahlûkata karşı tevazu gösterendir. İlmin kibre sebep olmaması için, ilmini kullanma niyetini sorgulamalı, ilmiyle amel etmeli, başkalarına da öğretmeli ve bunları da ihlâs ile yapmalıdır.

Kibir ve Kibriya sıfatı sadece Allah’a mahsustur. İnsan nefsini ne kadar kötü bilirse, ne kadar aşağılarsa, kıymeti o nispette artar. İçindeki kibir hislerini yok etmek için, şöyle bir düşünce geliştirilebilir. Bir âlimse, câhili görünce “Bu bilmediği için günah işliyor. Ben ise bilerek işliyorum” diye düşünmelidir. Bir âlimi görünce, “Bu benden daha çok biliyor, ilmin hakkını veriyor, ihlâs ile amel yapıyor. Ben böyle değilim” şeklinde düşünmelidir. Kendinden daha yaşlı birini görünce, “Bu benden daha çok ibadet etti”, genç birisini görünce “Günahı benden daha az” diyebilmelidir. Bid’at sahibi veya kâfiri görünce de, “İnsanın hâli son nefesinde belli olur, acaba benim son hâlim ne olacak?” diye düşünmeli, fakat bu sıfatları (kâfirlik ve bid’atı) sevmemelidir. Eğer kibir, yaptığı ibadetlerden kaynaklanırsa, o zaman da ibadete güvenmemek gerekir. Çünkü ibadetin kabul olması, niyetin halis olmasıyla alâkalıdır. İhlâsı elde etmek ise her zaman ve her şartta mümkün olmayabilir. Bu yüzden ibadetler fasit olmuş olabilir. Üstelik nefsimiz emmâredir. Emmâre olan nefis, takva ile temizlenmedikçe ibadetlerin ihlâs ile yapılması da güçtür. Soy veya nesep kibir sebebi ise, bu tam anlamıyla bir cahilliktir. Kabil, Hz. Âdem’in (as) oğludur; Kenan, Nuh (as) peygamberin oğludur, fakat babalarının peygamber olması bunları küfürden kurtarmamıştır. İnsanın övündüğü dedeleri, soyu, bir avuç toprak olmuştur. Ancak onların salih olmaları ve iman sahibi şerefli insan olmaları ile övünmeli, onlar gibi olmaya çalışılmalıdır.

Güzellik kibir sebebi ise, ki en çok kadınlarda görülür. Bu güzellik zaten kalıcı değildir. Çünkü güzellik insanın zâtından değil, ârızî olarak verilmiştir, bir süre sonra alınacaktır. Hakikî güzellik ise, ahlâk güzelliğidir; onu kazanmak için uğraşmak gerekir.

Gençlik ve kuvvet, kibre sebep olabilir. Oysa gençlik de, kuvvet de, aynı güzellik gibi geçicidir. Öyle geçici olan, devamı olmayan, üstelik hayvanlarda dahi olan kuvvet gibi bir özellikle tekebbür etmek tam bir cahilliktir.

Mal, evlât, mevki ve rütbe ile tekebbür etmek de bir o kadar ahmaklıktır. Çünkü bunlar gelip geçen, kendinde kalmayan, insandan çabuk ayrılan şeylerdir. Üstelik mevki, rütbe, makam ahlâksızlarda, kötü insanlarda daha fazladır. Bunlar üstünlük olsaydı, bunlara sahip olmayanların aşağı kimseler olması lâzımdı. Ama insanların en şereflileri ne rütbe, ne makam ve ne de mal sahipleridir.

Kibrin zıddı olan tevazuyu kazanmak için kişinin kendini tanıması gerekir. En ekrem, en muttakîdir; ve en müttakî, en mütevazidir. (Hutbe-i Şamiye, s. 83) Aklı başında olan, kendini ve Rabbini tanıyan kimse tekebbür etmez. Çünkü aczini, fakrını, zaafını anlayacak, bunun karşısında sonsuz kudret, kuvvet ve zenginlik sahibini tanıyacaktır. Kendinden başladığı bu okuma işini bütün mahlûkat için de düşünüp, kibriya sıfatının sadece Allah’a ait olduğunu idrak edecektir.

26.07.2009

E-Posta: [email protected]


 
Sayfa Başı  Yazıcıya uyarla  Arkadaşıma gönder  Geri


Önceki Yazıları

  (19.07.2009) - Yeniden örtünelim

  (12.07.2009) - Nur talebelerinin iki mühim vazifesi:

Bütün yazılar

YAZARLAR

  Abdil YILDIRIM

  Abdullah ERAÇIKBAŞ

  Ahmet ARICAN

  Ahmet DURSUN

  Ahmet ÖZDEMİR

  Ali FERŞADOĞLU

  Ali OKTAY

  Atike ÖZER

  Cevat ÇAKIR

  Cevher İLHAN

  Elmira AKHMETOVA

  Fahri UTKAN

  Faruk ÇAKIR

  Fatma Nur ZENGİN

  Gökçe OK

  Gültekin AVCI

  H. Hüseyin KEMAL

  H. İbrahim CAN

  Habib FİDAN

  Hakan YALMAN

  Halil USLU

  Hasan GÜNEŞ

  Hasan YÜKSELTEN

  Hüseyin EREN

  Hüseyin GÜLTEKİN

  Kadir AKBAŞ

  Kazım GÜLEÇYÜZ

  M. Ali KAYA

  M. Latif SALİHOĞLU

  Mehmet C. GÖKÇE

  Mehmet KAPLAN

  Mehmet KARA

  Mehtap YILDIRIM

  Meryem TORTUK

  Mikail YAPRAK

  Murat ÇETİN

  Nejat EREN

  Nimetullah AKAY

  Osman GÖKMEN

  Osman ZENGİN

  Raşit YÜCEL

  Recep TAŞCI

  Rifat OKYAY

  Robert MİRANDA

  Ruhan ASYA

  S. Bahattin YAŞAR

  Saadet BAYRİ

  Saadet TOPUZ

  Said HAFIZOĞLU

  Sami CEBECİ

  Selim GÜNDÜZALP

  Semra ULAŞ

  Suna DURMAZ

  Süleyman KÖSMENE

  Umut YAVUZ

  Vehbi HORASANLI

  Yasemin GÜLEÇYÜZ

  Yasemin YAŞAR

  Yeni Asyadan Size

  Zafer AKGÜL

  Ümit KIZILTEPE

  İbrahim KAYGUSUZ

  İslam YAŞAR

  İsmail BERK

  İsmail TEZER

  Şaban DÖĞEN

  Şükrü BULUT

Gazetemiz İmtiyaz Sahibi Mehmet Kutlular’ın STV Haber’deki programını izlemek için tıklayın.
Dergilerimize abone olmak için tıklayın.
Hava Durumu
Yeni Asya Gazetesi, Yeni Asya Medya Grubu Yayın Organıdır.