Sami CEBECİ |
|
İktidar sıtması |
Devletlerin ve milletlerin hayatında huzur, emniyet ve güvenin hâkim olduğu zamanlar olduğu gibi. Kaos, kargaşa ve dahilî muharebelerin yaşandığı ortamlar da olur. İnsanlık tarihi buna şahittir. Asr-ı Saadet döneminde, Hazret-i Peygamberin (asm) bekâ âlemine irtihal etmesinden sonra vukuâ gelen olaylar ibret vericidir. Hususan, Hazret-i Osman’ın (r.a.) halifeliğinin son altı yılında cereyan eden sıkıntılı olaylar ve Hazret-i Ali’nin (r.a.) hilâfeti zamanında meydana gelen Cemel Vakası ve Sıffin Muharebesi tamamen hilâfet, saltanat ve iktidar mücadeleleridir. Hazret-i Ali’nin (r.a.) şehit edilmesinden sonra yerine geçen Hazret-i Hasan (r.a.),Hazret-i Muaviye ordusu ve kendi taraftarları arasında iktidar yüzünden kan dökülmesin diye geri çekilip barış anlaşması yapması her türlü takdirin üzerinde bir davranıştır ki, Hazret-i Peygamberin (asm) torununun kendisinden kırk sene sonra gerçekleştireceği bu barışı nübüvvet gözüyle görmüş ve “Bu benim oğlum Hasan, Seyyiddir. Allah onun vasıtasıyla iki büyük grubun arasını düzeltecektir.” hadisiyle övmüştür. Selçuklu ve Osmanlı Devletlerinin iç bünyelerinde yaşanan mücadeleler, iktidar savaşlarından başka bir şey değildir. On bir yıl süren Fetret Devrindeki kardeş savaşları tam bir kargaşa ve iktidar kavgasıdır. Yıldırım Beyazıt’ın Timurlenk’e esir düşmesinden sonra meydana gelen kardeş savaşını 1. Mehmet (Çelebi) kazanmış, yeniden Osmanlı Devletini toparlayarak düzene sokmuştur. İktidar olmak hâkimiyet kurmayı sonuç verir. Hâkimiyetin gereği de ortaklığı reddetmektir. Buna binâen, nice dindar padişahlar kardeşini veya oğlunu ortadan kaldırtmıştır. Bu açıdan tarih çok acıklı tablolarla doludur. Cumhuriyet dönemine gelindiğinde, Osmanlı Devletine son veren ve Osmanlıları ülkeden kovan ve devlete her cihette hâkim olanlar da kendi aralarında ciddî sıkıntılar yaşadılar. Mutlak hâkimiyet kurma sevdası, en yakın olanları da birbirinden uzaklaştırdı. Yakın tarih bunun şahididir. Bu nasıl bir duygudur ki, insanlara en olmayacak gaddarâne icraatları yaptırabiliyor. Halbuki, şu üç günlük dünya için bunlar değer mi? Bir zaman grup halinde İstanbul’un tarihi yerlerini ve camilerini geziyorduk. Yavuz Selim Camiine de gittik. “Bu dünya bir padişaha çok, iki padişaha az.” diyen cihangir padişah Yavuz Sultan Selim Han Hazretleri, yanındaki türbesinde yatıyordu. Dünyaya sığmayan o kahraman insanlar iki metrelik toprağa sığmışlardı. Topraktan yaratılan insan yine toprağa dönüyordu. Bu bilinen sabit hakikate rağmen, ebediyen bu dünyada kalacakmış gibi bir hissî yanılgıyla, çoğu insanlar âhiret hayatlarını berbat edecek yanlışları irtikap edebiliyorlar. Ne kadar acı! Çeşitli isimlerdeki tarikat ve İslâm’î cemaatlerdeki iç çekişmelerin baş sebebi, açıkça ifâde edilemese de iktidar mücadeleleridir. “Post kavgası”tabiri bu yüzden meşhur olmuştur. Belli makamları olan o gibi hizmet modellerinde, o makamı başkalarına kaptırmamak, ya da ele geçirmek gayreti, çoğu zaman istenilmeyen sonuçları doğurmuş, ihlâsın da bozulmasına sebep olmuştur. İktidar hırsı, bir sıtma gibi onlara hükmetmiştir. Sahabe mesleğinin bu zamana bir yansıması ve onun bir cilvesi olan Risâle-i Nur mesleğinde ise, belli makamlar yoktur. O meslekte, tefâni denilen, kardeşler birbirinde fâni olmak ve her meselelerini meşveretle halletmek ve “Ben” yerine “Biz” mânâsı asıl olduğu için, iç mücadeleyi gerektirecek bir sebep yoktur. Ancak, insan unsurunun olduğu her yerde mutlaka az veya çok problem olur. Çünkü, Allah hem fert, hem de cemaat olarak herkesi imtihandan geçiriyor. Bundan dolayı, imtihanın biri bitse de, mutlak arkadan başka bir imtihan onu takip eder. Bediüzzaman Hazretlerinin “Evvel âhir tavsiyemiz; tesanüdünüzü muhafaza, enâniyet, benlik, rekâbetten tahaffuz, itidâl-i dem ve tam ihtiyattır.” îkazları çok dikkat çekicidir. İç mücadelelerin ve iktidar kavgalarının temeli, enâniyet, benlik ve rekabete dayanmaktadır. Sâir gösterilen sebepler bahane gibi şeylerdir. Kendini dev aynasında gören, beraber olduğu dâvâ arkadaşlarını iç dünyasında küçümseyen, kendini belli yerlere daha lâyık hisseden, sâir insanları yönetilmeye muhtaç zavallılar olarak görüp yönetmeye çalışan, herkese akıl vermeyi kendine misyon edinen ve tevâzu, mahviyet, terk-i enâniyet gibi güzel sıfatlardan nasibi az olan böyle tipler, bulundukları cemaat içinde problemin kaynağı oldukları halde, problem çözdüklerini zannederler. Allah, hepimizi ihlâstan alabildiğine uzak böyle hallerden rahmetiyle muhafaza etsin ve istikamet üzere sabit kılsın, âmin... 22.07.2009 E-Posta: [email protected] |