Sami CEBECİ |
|
Şahs-ı mânevînin gücü |
Mâzi tarafına dikkatli bir nazarla baktığımız zaman, insanlık tarihini ışıklandıran başta peygamberler olarak, onlardan sonra onların dâvâlarını tâkip ve icrâ eden büyük âlimlerin, müçtehit, müceddit ve kutupların varlığını görürüz. Onların her birisi bir kutup yıldızı gibi, vazifeli oldukları kavimlerin ve milletlerin rehberleri ve mürşitleridirler. O zamanlar ferdiyet asırları olduğu için, mânevî büyük makam sahibi olan zatlar, irşât hizmetinde muvaffak ve toplumlara dayanak olmuşlardır. Hususan, Ehl-i Beyt neslinden gelen mübârek zatlar, İslâm milletine gerçek mürşitler olarak tarihteki yerlerini almışlardır. Allah onlardan ebediyen râzı olsun ve bizleri onların şefaatlarına nâil etsin. Ancak, insanlık tarihinin en dehşetli fitne ve fesatlar devrine gelindiğinde şartlar tamamen değişmiştir. Bu farklılığı Bediüzzaman Hazretleri şöyle tesbit eder: “Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet şahs-ı mânevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı.” (Kastamonu Lâhikası, s. 8) Bu hakikate binâen, siyasî partiler, sendikalar, federasyon ve konfederasyonlarla insanlar sivil toplum örgütleri kurmakta ve ferdî olan güçlerini mensubu olduğu kuruluşa katarak, şahsî gücünden binler derece daha fazla güç kazanmaktadırlar. Meclis-i Mebusana hitaben kaleme aldığı on maddelik beyannamede Bediüzzaman “Zaman, cemaat zamanıdır. Cemaatın rûhu olan şahs-ı mânevî daha metindir” tesbitini yaparak, toplulukları temsil eden şahs-ı mânevîlerin, o topluluğun rûhu mesabesinde, daha kuvvetli ve daha sağlam olduğunu ifâde ediyor. Devamında da “cemaatın rûhu olan şahs-ı mânevî eğer müstakîm olsa, ziyade parlak ve kâmil olur. Eğer, fenâ olsa, pek çok fenâ olur. Ferdin iyiliği de, fenâlığı da mahduttur (sınırlıdır). Cemaatın ise gayr-ı mahduttur (sınırsızdır).” (Mesnevî-i Nuriye s. 87) ifâdelerinde bulunuyor. Şahsî iktidarlara değil, meşveret ve şûrâ gücüne dayanan ve ciddî anlamda sistemini işleten şahs-ı mânevîler, Hızırvârî bir ömre sahiptirler. Dâhilî ve hâricî çeşitli fırtınalar ve sarsıntılar kolaylıkla o şahs-ı mânevîleri mağlûp edemez. Şahısların ve grupların gücü, şahs-ı mânevîlerle baş edemez. Ona bilerek veya bilmeyerek zarar vermeye çalışanlar, ancak kendileri zarar görürler. Muhtelif isimlerdeki cemaatlerin şahs-ı mânevîleri arasında, Risâle-i Nur Hareketinin şahs-ı mânevîsinin önemli bir yeri vardır. Asr-ı Saadet’teki sahabe mesleğinin bu asırdaki bir cilvesi ve yansıması olan bu iman kurtarma hareketi, bir asra yaklaşan tarihî seyri içinde çok fırtınalar ve yok edilme tazyikleriyle karşılaştı. Takipler, tevkifler, hapisler, idamla yargılanmalar ve daha bir sürü olumsuz muâmeleler bu hareketin mensuplarını yıldıramadı. Çünkü, dâvâ hak, vasıta hak ve Allah rızâsına dayalıydı. İnsanların âhiretini kurtarmaya dönük uhrevî bir hizmetti. Fakat, ikinci derecede, dolaylı yoldan dünyaya da faydası vardı. Çünkü, Allah korkusu ve âhiret mesuliyetini kalbinde taşıyan insanlardan meydana gelen bir toplumda, âsâyiş, emniyet, huzur ve güveni tesis etmek daha kolaydı. Öyle insanlar kolaylıkla suç işleyemez, kanun ve nizama tâbi olurlardı.. Ancak, Bediüzzaman’ı gelmiş geçmiş bütün hükûmetler hakkıyla anlayamadı. Demokratlar biraz anladıysa da, onlara da büyük bedel ödettiler. Hemen hemen her devirde Bediüzzaman ve talebeleri sıkıntıya sokuldu. İçlerine fitne tohumu ekilerek gruplara ayrıştırıldı. Fakat, her grup yine çoğalarak iman hizmetine devam ettiklerinden, fitne tohumu ekenler maksatlarının aksiyle karşılık gördüler. Yeni Asya misyonunun şahs-ı mânevîsi, Risâle-i Nur Hareketini orijinal kimliğiyle muhafaza edip, meslek ve meşrep hassasiyetini gelecek nesillere taşımayı hedefliyor. İmânî, içtimâî ve siyasî alana taallûk eden o mesleği tahrip etmek ve rayından saptırmak isteyenlere müsaade etmiyor. Müsbet olan bütün yeniliklere açık olmakla birlikte, rûh-u aslîden asla tâviz vermiyor. 15.07.2009 E-Posta: [email protected] |