Cevher İLHAN |
|
Demokratikleşme için yeni anayasa… |
Ceza Muhâkemeleri Usûlü Kanununun bir-iki maddesinde yapılan değişikliğin bu denli tartışmalara ve “anayasaya aykırılık” iddialarına sebebiyet verdiğine bakıldığında, Türkiye’nin artık öncelikle “darbe anayasası”nı değiştirmesi gerektiği gerçeği bir defa daha ortaya çıkıyor. Haftalardır CMK’nın “mahkemelerin görevlerini kanunla belirleyen” üçüncü maddesine eklenen “Barış zamanında, asker olmayan kişilerin Askerî Ceza Kanununda veya diğer kanunlarda yer alan askerî mahkemelerin yargı yetkisine tabi bir suçu tek başına veya asker kişilerle iştirâk halinde işlemesi durumunda asker olmayan kişilerin soruşturmaları Cumhuriyet savcıları, kovuşturmaları adlî yargı mahkemeleri tarafından yapılır” cümlesi üzerinde fırtınalar estiriliyor. Ve bir madde metnindeki “hâli dahil” ibaresinin “hâlinde” şeklinde değiştirilmesi, günlerce tartışma konusu oluyor. Oysa burada cezaya sözkonusu olan hususun, “örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçu” olduğu açıkça yazılmış… Buna rağmen, Meclis’in yaptığı sözkonusu düzenlemenin “askerî yargı”ya dair 145. maddesindeki “askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri”nin görev alanlarını düzenleyen hükümlere aykırı olduğu iddia ediliyor…
“YAMALAR” YETMİYOR… Doğrusu Cumhurbaşkanı Gül’ün, “tereddütleri”ni ilettiği ve âcilen ek düzenleme istediği bir “yasa”yı “onaylaması” ve Başbakan’ın “Gereğini yaparız” diye daha baştan bu “tereddütler”e katılması, hükûmet sözcüsünün “gerekçe”nin açıklanmasının ardından, “Her halûkârda bir düzenlemeyi Meclis açılır açılmaz ilgili kurumların da görüşünü alarak sür'atle kamuoyundaki tartışmaları netleştireceğiz” diye konuşması, bu konudaki kırılganlığı derinleştiriyor. Görünen o ki CHP’nin iptali için karar aldığı ve MHP’nin destek vereceğini açıkça deklâre ettiği sözkonusu değişiklikler Anayasa Mahkemesi’nde iptal edilmezse bile tartışmaların ardı arkası kesilmeyecek. Diğer yandan askerî mahkemelerin mâlûm değişiklikleri “Anayasaya aykırı” bulup “uygulamaması” itirazından “tereddütlerin” giderilmesi, zihinlerdeki karmaşayı su yüzüne çıkarıyor. Yasayı çıkaranların kafasındaki “tereddütleri” ve siyasî iktidarın demokratik irâde zafiyetinin tezâhürü oluyor… Öyle anlaşılıyor ki bunca tartışmaya rağmen bu tür “ilâveler” ve “yamalar” yetmiyor. Anayasa Mahkemesi’nin onaylasa da peşinden bir dizi aksaklığın çıkacağını belirten hukukçular, bu düzenlemenin başta ilgili anayasa maddesi olmak üzere diğer ilintili yasalarla birlikte ele alınıp düzenlenmesinin gereğini ifâde ediyorlar. Bundandır ki temelde bu tür demokratikleşme çabalarını destekleyen Yargıtay eski Başkanı Sami Selçuk, “Ek düzenlemeden neyin amaçlandığı belirsiz. Böyle bir düzenlemenin Türk Ceza Yasası, Askerî Ceza Yasası, Ceza Yargılaması Yasası ve bu arada Askerî Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usûlleri yasalarıyla birlikte yapılması”nın gerektiğini bildiriyor. Ancak mutlaka daha önce AB yolunda Türkiye’nin önünü kapatan Anayasanın 145. maddesinin değiştirilmesinin zarurî olduğunu belirtiyor.
YENİ ANAYASA ŞART Temel tesbit şu: Bu vasatta çıkarılan yasa, hiçbir yasal yasak olmamasına mukabil yasadışı dayatılan başörtüsü yasağına karşı Başbakan’ın “velev ki siyasî simge de olsa” çıkışıyla başvurulan Anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi’nce “iptal” edilmesi gibi bir akıbeti bekliyor. Zira mevcut “iptalciler”, Anayasaya ve yasalara göre “iptal”e yakıştırma “gerekçeler” bulabiliyorlar! Kaldı ki Anayasa Mahkemesi “yasa”yı geri çevirmezse bile mevcut anayasa ve diğer yasalarla “uyumsuzluğu” bahanesiyle bir dizi tartışma devam edeceğe benziyor. Her iki durumda da tıpkı alelacele ve hiç gereği yokken yasağın daha da azdırılmasına ve yaygınlaşmasına bahane edilen “türban düzenlemesi” gibi, burada da uygulamada bir yığın ârızaya yol açacağı, işleyişi kilitleyip çözümü daha da zorlaştıracağı vâkıası ortada duruyor. Öyle anlaşılıyor ki şimdiye kadar 16 kez değişikliğe uğrayan ve 100’e yakın maddesi değiştirilen, “hayır” demenin yasak olduğu, “tehditlerle, korkularla, hîlelerle” zorla halka kabul ettirilen 12 Eylül ihtilâli ürünü 1982 Anayasasıyla, bu anayasaya göre çıkarılacak yasalarla demokratikleşme, temel hak ve hürriyetler, hukukun üstünlüğü olmuyor. Demokratik siyasî sivil siyasetin otoritesi sağlanamıyor. Yapılacak olan, öncelikle “darbe anayasası”nın yerine demokratik sivil bir anayasadır. Türkiye’nin AB müktesabatının üstlenmesine ilişkin “ulusal program”da ve “katılım ortaklığı belgesi”nde taahhüd ettiği insan haklarını, hukukun üstünlüğünü ve özgürlüklerle yargı reformunu esas alan demokratikleşme ancak yeni demokratik anayasa ile olur… 15.07.2009 E-Posta: [email protected] |