Ali OKTAY |
|
Gönülden dile |
“Geh varıp havz kenârında hırâm’an olalım. Geh gelip kasr-i cihan seyrine hayrân olalım. Gâh şarkı okuyup gâh gazelhân olalım Gidelim serv-i revânım yürü Sâdâbâde.” Nedim
Gönül Paçacı’ dan önemli tesbitler.
Gönül Paçacı, 1960 Sivas doğumlu önemli bir müzik kadını. 1983 yılında altı yıllık İstanbul Belediyesi Konservatuarı eğitimini sınıf atlayarak bitirdi. Mastır tezini Mutlu Torun gözetiminde “Az Örneği Bulunan Makamlar Üzerinde Bir Çalışma” adını taşıyan ve 60 adet nadir makamı içeren bir çalışmayla 1989 yılında tamamlayan Gönül Paçacı aynı yıl, aynı enstitü bünyesinde açılan “san’atta yeterlilik” sınavını kazandı. Bu programda tez konusu olarak “kâr-ı natık” formunu seçti ve bu forma örnek olmak üzere, yüksek lisans tezindeki 60 adet makamı tanımlayan, güftesi Prof. Dr. Mustafa Tahralı’ya ait toplam 70 beyitlik bir kâr-ı natık besteledi. Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü korosunu yöneten Gönül Paçacı, İÜ Devlet Konservatuarı Türk Musikîsi İcra Heyeti şef yardımcılığı yapmış, İTÜ Devlet Konservatuarı’nda solfej-nazariyat dersleri vermiştir. Altı profesyonel arkadaşı ile birlikte kurduğu Dersaadet Oda Müziği Topluluğu saz ve ses olarak yer alan sanatçı İÜ Devlet Konservatuarı’nda san'atçı öğretim elemanı, Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde öğretim görevlisidir. Birçok değerli hocadan istifade etmiş olan san'atçının muhtelif eserleri değerli san'atçılarca seslendirilmiştir. Hilmi Yavuz’a ait şiirleri bestelediği ve İnci Çayırlı’nın seslendirdiği “Sevda Derinlerdedir” adlı CD ve kaseti 1995 yılında, sonrasında yine san'at yönetmenliğini yaptığı “Osmanlı’nın Sesleri” ve “Türk Müziğini Yaşatanlar” isimli CD - VCD serisi yayınlanmıştır. Ayrıca Tarih Vakfı için yakın müzik tarihimize ilişkin belgeseller hazırlanmasında görev aldı. “Cumhuriyetin Sesleri” adlı kitabın editörlüğünü yaptı. Gönül Paçacı, siyaset bilimcisi ve tarihçi Prof. Dr. Mete Tunçay ile evlidir. Hayat hikâyesine yukarıda kısaca yer verdiğimiz Gönül Hanım, son 20 yıldır Boğaziçi Üniversitesi, Bilgi ve Bahçeşehir Üniversitelerinde verdiği derslerde müziğimizi anlatıyor. Bir gazete röportajında ise önemli konulara değinmiş: “İşin icra boyutundan çok fikir boyutunda çalışılması gerektiğini düşünüyorum. Siz elli konser verseniz ve en iyi udileri tanburileri çaldırsanız değerini bilmeyen insanlara duyuramazsınız bu güzelliği. Bu coğrafyada Batı Müziği devlet politikasıyla tanıtıldı. Türk Müziğini radyolardan çalmanın yasak edildiği günleri gördük. Şimdi Batı Müziği denince Wagner, Mozart, Beethoven gelmiyor kimsenin aklına.” Devam ediyor Gönül Hanım; “Herkes Hafız Post’tan zevk alsın şeklinde bir hayalcilik yapmıyorum ama bir denge olmalı. İnsanlara iyi örnekler dinleme imkânı verilirse bunun karşılığını alacağımızı düşünüyorum. O zaman Bekir Sıtkı Sezgin’i dinlediğimde hissettiğimi niye bundan alamıyorum? diye sormaya başlıyorlar.” Son olarak yaptığı şu tesbitte çok önemli: “Türk Musikîsini bilmemek bu coğrafyada yaşayan insanların zihnini fakirleştiriyor.” Gönül Paçacının söyledikleri kısaca böyle. Bu sözler özellikle son 90 yıldır yaşadıklarımızın bir özeti aslında. Topluma yaşatılan kültürel, toplumsal ve dinî değerler alanındaki şoklardan elbette bu milletin müziği de nasibini almıştır. Dinlediğimiz, söylediğimiz müzik, “Bu milletin yüzünü ağartacak türde değildir” denilerek yasaklanması, yerine Batı Müziğinin dayatılması ancak milletin bunu kabullenmemesi sonucu aradan fırlayıp kendine yer edinen arabesk kültür ve müzik. Son yıllarda sayısı hızla artan musikî cemiyetleri, Türk Müziği ve Tasavvuf Müziği konserleri, ud, tanbur, kemençe, ney kurslarında eğitim alan gençler. Bunlar çok güzel ve umut verici gerçekler.
* İstanbul 1453 Panoramik Müze
Çocukluğumun İstanbul’undaki Topkapı, kavuşma ve ayrılmanın, hüzün ve sevincin bir arada yaşandığı semtin adıydı. Bir çağın kapanıp çağların açıldığı ana mekân olan Topkapı, Anadolu ve Trakya Otogarları ile anılıyordu. Enteresan bir sahnedir gerçekten. Adeta Fatih’in İstanbul’u fethettiği surların önündeki bu yerlerden bütün Türkiye’ye insanlar sevk ediliyor, uğurlanıyor ya da İstanbul’a giriş yapıyorlardı. Derken yıllar önce bu otogarlar taşındı, çarşılar kaldırıldı ve surların önü açılıp tarih ortaya çıkarıldı. Şimdi Topkapı surlarının önünde Kültür Park ve çok geniş bir boş alan yer alıyor. Surların önü tarihsel amacına uygun bir hale gelmiş. Her gün işime gelip giderken tam ortasından geçtiğim bu alanda şimdi de yeni bir müze yapıldı. Gidip gören dostların ve en son sevgili dostum Dr. Latif Gültekin ve ailesinin gezip sonra övgü dolu anlatımları sonucu bir fırsatını bulursam gidip gezeyim dediğim Panoramik Müze’yi nihayet geçtiğimiz hafta ailece gidip görmek mümkün oldu. Önce aşağıya doğru birkaç kat merdivenlerden iniyorsunuz. Koridor boyunca resmedilen fetih sahnelerini fondaki sesden aynı zamanda dinleyerek ilerliyorsunuz. Sonra koridorun bitimiyle Merdivenlerden yukarı doğru çıktığınızda... Önce bir şaşkınlık yaşıyorsunuz. Top sesleri, kılıç şıkırtıları, insanların bağırış sesleri arasında o ânı hissediyordunuz. Müzenin teknik detaylarına girmek istemiyorum. Merak edenler zaten web sitesinden okuyabilirler. Ama yazılanlar gidip yaşayacağınız şeyleri anlatmaya pek yetecek gibi değil. Müze yetkililerine iki konudaki teklifimi ve düşüncemi söylemek isterim. Bu müze İstanbul Belediyesi’ne ait. Madem ki, güzel bir hizmet gayesiyle bu müze yapılmıştır. O halde bilet fiyatlarını daha makul hale getirmek yerinde olmaz mı? Böylece ailece burayı gezmek isteyen aileler ve gruplar için bütçelerini zorlamayacakları bir harcama imkânı doğar. O mizansende eksik olan şeylerden biri de bence mehteran ve mehter marşları. Savaş ânını resim, ses ve efektlerle yaşatırken mehteranın askere coşku veren marşlarının eksikliğini müzeyi gezerken daha bir hissediyorsunuz.
* Adına Michael Jackson diyeler...
Bir garip ölmüş diyeler/ Üç gün sonra duyalar Soğuk suyla yuyalar/ Adına Michael Jackson diyeler.
Dünyanın gündemini bir anda değiştirdi yine. Ama bu defa on milyonlarca satan albümleri ile değil ölümü ile. Öldüğünde yine yalnızdı. Midesinde ise ilâçtan başka bir şey yok imiş. Başlıktaki Yunus Emre‘nin bahsettiği gariplikten ne farkı vardır ki. Çevrenizdeki milyonlarca hayranınıza rağmen yine de büyük bir yalnızlık. O, fabrika işçisi bir babanın dokuz çocuğunun yedincisi olarak dünyaya geldi. Müzik hayatına atıldığında yıl 1971 idi ve henüz 11 yaşındaydı. Off the Wall (1979), Thriller (1982), Bad (1987), Dangerous (1991), History (1995) gibi milyonlarca satan albümlere imza attı. Büyük bir şöhret kazandı ve “Popun Kralı: King of Pop” olarak anılmaya başlandı. Guinness Rekorlar Kitabı’na dahi girdi. Ünlü bir dünya starı olarak, çok daha fazla ses getirecek sosyal sorumluluk ve insanî yardım projelerini hayata geçirdi. Bunlardan en önemlisi, USA For Africa kampanyası çerçevesinde, özellikle Doğu Afrika’da açlık sınırında ve yardıma muhtaç bir şekilde yaşayan insanlar için, Lionel Richie ile birlikte yazdığı “We Are the World” parçasıydı. Dünya çapında en çok satış rakamına sahip tekli olma özelliğini hâlâ taşıyan şarkı, Stevie Wonder, Tina Turner, Diana Ross, Ray Charles, Cindy Lauper, Bob Dylan, Bruce Springsteen gibi ünlülerin de aralarında bulunduğu 40’dan fazla popüler san'atçı tarafından seslendirildi. Bu başarının ardından, We Are The World’le Richie ve Jackson, Yılın Şarkısı dalında Grammy Ödülü’nü almaya hak kazandı. Ailesiyle birlikte yaşadığı evi terk ederek, 2700 dönümlük dev bir alana kurulu Neverland çiftliğini satın aldı ve orada gözlerden uzak yaşamaya başladı. Çok küçük yaşta hayata atılmak zorunda kaldığı için, özlemini kurduğu çocukluk günlerini yaşayabilmek adına, lunaparktan hayvanat bahçesine, büyükçe bir göle kadar kendine apayrı bir dünya kurdu bu çiftlikte. “Ben yalnızca dürüst olmak isteyen, insanları mutlu etmeye çalışan biriyim. Tanrı’nın bana ihsan ettiği yeteneğim aracılığıyla onlara biraz olsun ‘kaçış duygusu’ vermek amacım. Kalbim burada işte. Tüm yapmak istediğim bu...” Aynı yıl, Jackson, sosyal sorumluluk çerçevesinde, hümanist projelere imza atmaya devam etti ve “Heal the World Foundation” adı altında bir fon kurdu. Fonun amacı, çocukların daha iyi ve eşit hayat şartlarına sahip şekilde büyümesini, yaşadıkları topluma faydalı hale gelmesini sağlamaktı. Michael Jackson’da 1980’li yıllarda kahverengi olan teninin açılarak beyazlaşması gibi bazı değişiklikler olmuştur. Zira vitiligo hastalığı vardır. Bu hastalık Dünya üzerindeki zenciler arasında milyonda bir oranında görülmektedir. Bu hastalığa ilk yakalandığı dönemlerde beyaz lekelerin oluştuğu bölgeleri koyu renk makyajla kapatmıştır. Daha sonra hastalık sebebiyle vücudunun büyük bir kısmı beyazlayınca koyu bölgeleri de açık renk makyajla kapatmaya çalışmıştır. Bu hastalığın teşhisi kendisine ilk olarak 1981 yılında konmuştur. Bu hastalık en çok yüzüne vurmuştur. Yüzü beyazlamış, burnunun üstünde bir leke oluşmuştur. 2000 li yıllarda basında Michael Jackson’ın dinini değiştirerek İslâmiyet’i seçtiği ve Müslüman olduğu yönünde haberler çıktı. Sonrasında ise, 2005’te, bir cami yaptırdığı haberleri de yazıldı. Abisi O’nun Müslüman olduğunu doğrulamamakla birlikte yalanlamamıştır da. Doğrusunu elbette Allah bilir. 25 Haziran 2009 günü, yerel saat 14.26’da Michael Jackson’ın kalp durması sonucu Los Angeles’ta öldüğü açıklandı. Öğle saatlerinde nefes darlığı şikâyeti ile hastaneye kaldırılan ve bir süre sonra komaya giren ünlü san'atçının kalbinin durduğu ve bütün müdahalelere rağmen kurtulamadığı söylendi. İşte bir dünya starının kısa hayat öyküsü. 08.07.2009 E-Posta: alioktay@alioktay. net |