Nejat EREN |
|
Isparta güller diyarı, gönül, hizmet ve tarih şehri |
Geçen hafta sonu, gönül dostlarımızla, taşıyla toprağıyla mübarek belde Isparta’daydık, Barla’daydık. Bu mübarek beldede ömrünün on sekiz senesini geçiren Hz. Bediüzzaman’ın misafiriydik. Yirmi dokuz yıl aradan sonra Isparta Yeni Asya Temsilciliği vasıtasıyla oradaki değerli dost ve dâvâ arkadaşlarımızın gayret ve himmetleriyle tekrar ihyâ edilen “Isparta Mevlidi” geleneğinin icrasına katkıda bulunmak üzere oradaydık. Evet, beklediğimiz ve umduğumuz büyük kalabalık, coşku, katılım ve organizeyi bu yıl tam mânâsıyla yerine getirmedik ama ilerisi için umutlandık. Üstadına ve mesleğine sadakat dâvâsında olan, Isparta’daki her grup Nur Talebesi başta olmak üzere, İstanbul, Adana, İzmir, Bursa, Adana, Antalya, Konya, Balıkesir, Afyon, Muğla, Denizli, Burdur, Aydın, Kastamonu, Zonguldak, Ereğli, Karaman, Ermenek, Mersin, Manisa, Uşak... ve daha sayamadığımız bir çok şehirden insanlar oradaydı. Sessiz, vakur, duâyla, muhabbetle, şefkatle oradaydı. Vefa duygusu için oradaydılar. Muhabbet ve kucaklaşmak için oradaydılar. Bediüzzaman vefat edeli tam kırk dokuz yıl olmuş. Yarım asır geçmiş. Fakat o mübarek, fedâkâr dâvâ insanının ne dirisine, ne ölüsüne gün göstermeyen, bu topraklarda ve bu ülkede maalesef menhus bir zihniyet var. Bu menhus zihniyet, Bediüzzaman’ın ne dirisine, ne ölüsüne, ne eserlerine, ne dâvâsına tahammül edip katlanamadı. Tarihin en büyük kin, inat, karalama, iftira ve baskısını Bediüzzaman’ı revâ gördü. Onun için yapılan ve yapılacak hiçbir faaliyete direkt “olur” demedi, diyemedi. Bu cemaatin mensupları olan bizler, Üstadımız Bediüzzaman Said Nursî ve onun eserlerinden aldığımız dersle, devlet başta olmak üzere, hiçbir şahsa, kuruma, kişiye ve gruba kin beslemedik, küsmedik, hakaret etmedik, iftira atmadık, nefret duygusunu içimizde taşımadık. Bundan sonra da taşıyamayacağız İnşallah. Yirmi dokuz yıl sonra “Isparta Mevlidi”nin yeniden ihyası ve icrâsı bu bakımdan önemlidir. Yeniden bir başlangıçtır. Bundan sonra da devamı gelecektir İnşallah. Bu duygu ve düşüncelerle “Taşıyla Toprağıyla Mübarek Isparta”mız hakkında kısaca tarihî bir bilgi de vermek istiyorum. Isparta’nın kısaca târihî gelişimi ve kronolojisi şöyledir: Bölgeye ilk yerleşimlerin tarihi, tarihçiler tarafından Üst Paleolitik (MÖ 35.000-10.000) ve Mezolitik (MÖ 10.000-8.000) olarak isimlendirilen dönemlere iner. 1944 yılında Ord. Prof. Dr. Şevket Aziz Kansu ve ekibi tarafından kazısı yapılan ilk Paleolitik merkez, Senirce ve Bozanönü yakınında Bozanönü istasyonunun kuzeyinde bulunan mağaralardan Kapalıin’de tesbit edilmiştir. Neolitik Dönemde (MÖ 8.000-5.500) bölge Anadolu’nun en önemli kültür bölgeleri arasındadır. Hititlere, İyonlara ve Lidyalılara kadar dayanan bir tarihi vardır. Büyük İskender, M.Ö. 333 yılında, Lidya’yı aldığı tarihte, Asya seferinde Dinar’a geçerek Isparta topraklarını da ülkesine bağlamış. 1071 Malazgirt Zaferinden sonra Türkler, Isparta ve çevresini Bizans’tan alarak fethetmişlerse de, Birinci Haçlı Seferinde Bizanslılar bu bölgeyi yeniden istilâ etmişlerdir. Selçuklu Türkleri 1203 senesinde Bizanslılardan geri alarak, yeniden bu bölgeyi ve Isparta’yı fethetmişlerdir. 1300 senesinden sonra Eğirdir’de bulunan Hamidoğulları Beyliği Isparta ve çevresini Türkiye Selçukluları ve İlhanlılara bağlı olarak idâre etmiştir. Bir ara topraklarına İlhanlılar tarafından el konulmuş ve bölgeyi İlhanlı vâliler idâre etmiştir. 1391’de Yıldırım Bâyezîd Hân, Isparta’nın geri kalan kısmını ve Hamidoğulları Beyliğini de Osmanlı Devletine katmıştır. Osmanlı Devrinde Isparta Anadolu Beylerbeyliğinin 14 sancağından birine, Tanzimâttan sonra Konya eyâletinin 5 sancağından birine merkez olmuştur. Isparta ismi yalnız merkez için kullanılmış, sancağın ismi de “Hamid ili” (Hamidâbâd) olarak kullanılmıştır. Isparta’da Selçuklu ve Osmanlı devrine âit târihî eserler eski devirlere âit kalıntılar vardır. Isparta ili, tabiî güzellikleri, târihî zenginlikleri, ulaşım kolaylığı, gül ve kiraz bahçeleri, gölleri, balık ve av hayvanları ve meşhur halıları ile bilinen bir şehrimizdir. Elması, kirazı ve sadeliğiyle, hem de gülleri ve gölleriyle bir başka güzel diyardır. Isparta, Davraz Dağı’nın eteklerinde gül kokulu bir şehirdir. Gülyağı ve gülsuyu üretilmek üzere yetiştirilen kokulu güller çepeçevre sarar şehri. Güller damıtılıp imbiklerden süzülür, şişelere dolar... Bahar ve yaz aylarında yabani çiçekler bezer bu göller şehrini. 80 yıldan beri narin parmaklar ilmik ilmik dokur yünleri. Isparta, Osmanlı tarihine de, Türkiye tarihine de damgasını vurmuş bir diyardır. Hele konu, Risâle-i Nur ve Bediüzzaman olunca durum bir başka önem taşır... 03.07.2009 E-Posta: [email protected] |