Ahmet ÖZDEMİR |
|
Âdetleri ibadetlere çevirmek |
Maddî âlemde bahar mevsimini geride bıraktık. Şimdi yaz mevsiminin sıcaklığını yaşıyoruz. Gölgeler bile terletiyor. Formalarını giyen bitki ve hayvan kafileleri, gözlerimizin önünden resmi geçit yapmaya devam ediyorlar. İnsanlar ise heyecanla onların geçidini seyrediyorlar. Kimilerine gülüyorlar, kimilerine ağlıyorlar. Bakışlar mânâ-i harfiyle mi, yoksa mânâ-i ismiyle mi? Şimdi manevi âlemde bahar mevsimini yaşıyoruz. Her an bahçemizde çiçekler açıyor. Mübarek üç aylara girdik, Regaib kandilini ihyâ ettik. Bu mevsimde kazançlar bire binler kazandırıyor. Diğer taraftan okullar kapandı, milyonlarca öğrenci tatile girdi. Çantalar, formalar, kitaplar evlerin bir köşesinde terk edilmiş vaziyetteler. Peki, tatil nedir? Tatil, sözlükte çalışmaya ara verme, çalışmayı durdurma, izine başlama, kesme, işi durdurma gibi anlamlarına gelmektedir. Benim anladığım tembellik anlamında kullandığımız “atalet” kelimesi de tatille aynı kökten gelmektedir. Demek ki, tatil ve atalet kelimelerinin çıkışı aynı yere dayanmaktadır. Buradan tembel insanlar tatil yapar anlamı da çıkarılabilir. Her ne ise… İnsan vücudu çok çalıştığı ve yorulduğu zaman dinlenme ihtiyacı hisseder. Bir bakıma her gün yaptığı işten belli bir süre uzaklaşmak ister. Böylece zihnen ve bedenen ortam değiştirmiş olur. Bunu eskilerin tabiriyle “tebdil-i mekânda ferahlık vardır” sözüyle ifade edebiliriz. Herhalde mekân ve yer değişikliği yapmak boş olmak veya avâre kalmak demek değildir. Duruma göre o süreyi yine makul ve mantıklı olarak başka şeylerle değerlendirmek gerektir. Bir iş yerine veya devlet dairesine gittiğinizde görevlinin izinli olduğu söylenir. İzinle özür arasında genellikle bir ilişki olduğunu düşünürüz. Halbuki çok defa izinli kişi tatildedir. Vücudumuzda gece-gündüz demeden sürekli çalışan organlarımız, milyarlarca hücremiz vardır. Acaba onların dinlenmeye, tatil yapmaya ihtiyacı yok mudur? Meselâ, kalb tatil yapmak istese, kanı pompalamayı kısa bir süre durdursa ne yaparız? İlim, iki kalb atışı arasında kalb dinleniyor dese de! Ciğerlerimiz, “Yoruldum, biraz dinlenmek istiyorum” dese halimiz ne olurdu? Mide gece-gündüz çalıştığını iddia ederek greve gitse yapacak bir şeyimiz var mı? İnsan vücudu muazzam bir fabrika! İç içe pek çok sistem çalışıyor; dolaşım, sindirim, solunum, sinir, boşaltım… Gecesi yok, gündüzü yok, yazı yok, kışı yok; bir ömür boyu sürekli çalışıyor. Bizim bu çalışmalardan haberimiz var mı? Vücudumuzdaki sistemler bizim için, biz ise kim için çalışıyoruz acaba? Vücutta çalışan sistemlerle ne kadar ilgileniyoruz? Onları nereden aldık? Bunların şükrünü ödeyebiliyor muyuz? Biz sadece Allah’ın önümüze dizdiği sofralardan irademizi kullanarak lokmayı ağzımıza atıyoruz. Bazen mide kapıcısına fazla rüşvet veriyoruz. Arkasından hastalıklar sıraya geçiyor. Sonra aman ne yaptık, diyoruz. Belki de kafamızı taştan taşa vuruyoruz. Bediüzzaman Said Nursî’nin dediği gibi, “Hastalık iki kısımdır. Bir kısmı hakikî, bir kısmı vehmîdir.” Elbette hasta olduğumuzda Allah’ın Şâfî isminin kapısını çalacağız. Oradan dertlerimize derman arayacağız. Çünkü Allah, kâinat eczahanesinde her derde lâzım bir ilâç yaratmış. Arayıp bulmak bizim işimiz. Tedavi için ilâçları kullanmak meşrudur, doğru bir yoldur. Ama tesiri ve şifayı onlardan değil, Allah’tan bilmek gerektir. Derdi veren Allah dermanı da veriyor. Yeter ki, aramasını bilelim. Hastalıkların kaynağı çok defa kötü kullanmalar, perhiz yapmamak, israf ve sefahetten gelmektedir. Dindar ve mütedeyyin bir doktor elbette meşrû dairede nasihatlerde bulunur. Vehmî hastalığın en etkili ilâcı, “ehemmiyet vermemektir. Ehemmiyet verdikçe o büyür, şişer. Ehemmiyet vermezse küçülür, dağılır. Nasıl ki arılara iliştikçe insanın başına üşüşürler; aldırmazsan dağılır. Hem karanlıkta gözüne sallanan bir ipten gelen bir hayale ehemmiyet verdikçe büyür, hattâ bazen onu divane gibi kaçırır. Ehemmiyet vermezse, âdi bir ipin yılan olmadığını görür, başındaki telâşına güler.” Günümüzde evham ve vesvese türünden hastalıklar daha çok yaygındır. Bu tür hastalıklara mübtelâ olanların daha çok manevi hayatlarının tehlikeye girdiklerini görürüz. Bu vehmî hastalık çok devam etse, hakikate inkılâp eder. Vehham ve asabî insanlarda fena bir hastalıktır; habbeyi kubbe yapar, kuvve-i mâneviyesi kırılır. Yani ilgiye, alâkaya değmeyen çok küçük bir şey büyütülür. Bir tohum bir dağ gibi olur. Bediüzzaman’ın bu konudaki tespiti dikkate değer: “Hususan merhametsiz yarım hekimlere veyahut insafsız doktorlara rast gelse, evhamını daha ziyade tahrik eder. Zengin ise malı gider; yoksa ya aklı gider veya sıhhati gider.”1 Halk arasında söylenen “Yarım doktor candan eder” deyimini bilmeyenimiz, duymayanımız yoktur. Günümüzde üzülerek belirtmek gerekir ki, insafsız doktorlar da vardır. Biraz paranın kokusu varsa, onu ele geçirmenin yollarını kolaylıkla bulur. Önce kişinin zenginliği, sonra aklı veya sağlığı gider. Dinlenmek nedir? Avâm tabiriyle “yan gelip yatmak” mıdır? Ya da hiçbir iş yapmamak mıdır? Halbuki, bu durumlar “Çalışan, Allah’ın sevgili kuludur” prensibine aykırıdır. Yine “İki günü bir olan zarardadır” hadis-i şerifine terstir. Öyleyse ne yapalım? Tatilleri, izinleri fırsatlara dönüştürsek olmaz mı? Nasıl mı? Okuyarak! Öğretmenler ve öğrenciler “Yıl boyu okuduk” diyebilirler. Madem ki, okumaya alıştınız. Bu alışkanlıkları farklı şekillerde yaz tatilinde de devam ettirebilirsiniz. Nasıl mı? Âdetlerimizi ibadete çevirmek elimizde. Kendimize bir okuma programı yapabiliriz. Okuma programında kâinat kitabı ve Kur’ân-ı Azimüşşan başta olsun. Sonra bu kitapların tefsiri olan Risâle-i Nurlar elimizde olsun. Günlük en az meselâ 20 sayfa okusak, ayda 600, üç ayda 1800 sayfa okumuş oluruz. Bunu iki katına çıkarabilirsek, Külliyat’ın çoğunu okumuş oluruz. Okumayı her namazdan sonra yapsak ve 5-10 sayfa ile devam ettirsek ne güzel olur. Bu da hiç zor gelmez. Bunu yapmakla tefekkür ibadetini de yerine getirmiş oluruz. Yani “Bir saat tefekkür, bir sene nafile ibadetten hayırlıdır” hükmüne uymuş oluruz. Ne kadar kârlı bir ticaret değil mi? Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki, göklerde ve yerde mü’minler için Allah’ın varlık ve birliğine, kudret ve rahmetine işaret eden deliller vardır.”2 Göklerde ve dünyada Allah’ın varlık ve birliğine olan delilleri yaz mevsiminde okumak daha kolaydır. Eşyanın yaratılmasında karışıklığı gerektiren ve düzensizliğe sebep olan cömertlik ve bolluk, son derece uygunluğu ve düzeni gösteriyor. İşte yeryüzünü süsleyen bitkilere bakınız. Hızlı yapılan işlerde kabalık ve ölçüsüzlük vardır. Halbuki, bahar mevsiminde dünyayı süslendiren meyvelere bakınız, ne kadar ölçülü ve düzgün değil mi? Gayet kolay yapılan sanatlarda basitlik vardır. Halbuki yeryüzündeki ağaç ve bitkilerin programları ve tarihçe-i hayatlarının kutucukları hükmünde olan bütün tohumlar ve çekirdekler sanat harikasıdır. Hem, karışmayı ve bulaşmayı gerektiren karışıklık, bilâkis mükemmel bir ayrıcalık içinde görünüyor. İşte bütün yeraltına karışık atılan ve madde itibâriyle birbirine benzeyen tohumların sümbül vaktinde farklı olmaları; ve ağaçlara giren değişik maddelerin yaprak, çiçek ve meyvelere, karışmadan dağılmaları; ve mideye giren karışık gıdâların farklı organ ve hücrelere göre mükemmel şekilde ayrılmalarına bakınız, hikmetin mükemmelliği içinde kudretin mükemmelliğini görünüz. Hem, ehemmiyetsizliği, kıymetsizliği gerektiren gayet derecede bolluk ve son derecede ucuzluk dahi, yeryüzünde masnuâtça, san’atça son derecede kıymettar ve pahalı bir keyfiyette görünüyor. İşte o sayısız san’at içinde, yeryüzünün Rahmânî sofrasında yalnız kudretin şekerlemeleri olan dutların nevilerine bakınız, rahmetin mükemmelliği içinde san’atın mükemmelliğini görünüz. Bediüzzaman’ın kâinat kitabını okuyuşuna bir bakalım: “Bütün rûy-i zeminde gayet kıymettarlık ile beraber hadsiz ucuzluk; ve hadsiz ucuzluk içinde hadsiz ihtilât ve karışıklık ile beraber hadsiz imtiyaz ve tefrik; ve hadsiz imtiyaz ve tefrik içinde gayet uzaklık ile beraber son derece muvâfakat ve benzeyiş; ve son derece benzemek içinde gayet derecede suhûlet ve kolaylık ile beraber gayet derecede ihtimamkârâne yapılış; ve gayet derecede güzel yapılış içerisinde sür’at-i mutlaka ve çabuklukla beraber gayet derecede mevzun ve mîzanlı ve israfsızlık; ve gayet derecede israfsızlık içinde son derece çokluk ve kesret ile beraber son derecede hüsn-ü san’at; ve son derece hüsn-ü san’at içinde nihayet derecede sehâvet ile beraber intizam-ı mutlak, elbette, gündüz ışığı, ışık güneşi gösterdiği gibi, bir Kadîr-i Zülcelâl’in, bir Hakîm-i Zülkemâl’in, bir Rahîm-i Zülcemâl’in vücûb-u vücuduna ve kemâl-i kudretine ve cemâl-i rubûbiyetine ve vahdâniyetine ve ehadiyetine şehâdet ederler, ‘En güzel isimler Onundur’3 sırrını gösterirler.”4 Evet, yeryüzünde çok değerli olmakla beraber son derece ucuzluk var. Son derece karışıklık içinde son derece farklılıklar bulunmaktadır. Kâinat kitabında bu gördüklerimiz Allah’ın güzel isimlerini okutturmaktadır. Şu kısa dünya hayatında âdetlerimizi ibadete çevirebilir miyiz? Tatil yapma düşüncelerimizi sevaplı ve kazançlı hâle dönüştürebildik mi? Öyleyse şimdi oku, kabirde okuyamazsın!
NOT:
Bütün dost ve kardeşlerimin üç aylarını ve mübarek gecelerini tebrik eder, İslâm ve insanlık âlemi için hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim. A.Ö.
Dipnotlar:
1- Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, s. 493-494 2- Casiye Suresi: 3 3- Haşir Suresi: 24 4- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 1085-1086 29.06.2009 E-Posta: [email protected] |