Faruk ÇAKIR |
|
İhtilalciler, özür dileyin! |
Herkesin bildiğini bir defa daha tekrarlayalım: Türkiye’nin ‘düz’lüğe çıkabilmesi için er ya da geç, ihtilalciler, darbeciler ve ‘andıççılar’ yargılanabilmelidir. Bu yargılama yapılmadan, bundan sonraki muhtemel ‘darbeler’i engellemek kolay değil. Tabiî bu yargılama için sadece kanun değişikliği yapmak mümkün değil. Elbette kanunların da değişmesi lâzım, ama en başta ‘zinniyet’lerin değişmesi gerekir. 2009’u yarıladığımız şu günlerde bile hâlâ ihtilaller ve ihtilalcilerden medet uman ‘aydın’ ya da öyle bilinen insanlar varsa, darbeciler aleyhinde kanun hazırlamak yeter mi? Ömürleri darbe planlarıyla geçmiş kişilerin darbeleri savunmasını bir yere kadar anlayabiliriz. Fakat, darbeye karşı olmaları gereken, darbelerden maddî ve manevî zarar gören bazı insanların “darbe şakşakçılığı” yapmasını anlamak mümkün değil. Dünya alem biliyor ki, darbeler maddî anlamda da Türkiye’ye zarar verdi. Hâlâ maddî sıkıntılar çekiyorsak, mesela; kendimize has ‘yerli’ otomobilimiz yoksa, güçlü sanayimiz kurulamamışsa bundan dolaylı olarak ihtilaller ve ihtilalciler de sorumlu değil midir? Her bir ihtilalin Türkiye’yi 20 ya da 30 yıl “geriye” götürdüğü kesin değil midir? 27 Mayıs 1960 kanlı ihtilalinden sonra her defasında “Türkiye’yi ‘gericilik’ten kurtarma” iddiasıyla yapılan ihtilaller, hem maddî hem de manevî anlamda ülkemizi “geri”ye götürmüştür. O halde ihtilalcilerin ve onları destekleyen bilumum ‘alkışçı’larının bu millete karşı ciddî bir özür borucu yok mudur? Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, 26 Haziran 2009 tarihinde yaptığı ve TV’lerden canlı olarak yayınlanan basın toplantısında mealen şöyle diyordu: “TSK, demokrasiye bağlı ve saygılıdır. Bu ilkelere aykırı düşünce içinde olan personeli TSK içinde barındırmaz. Bunu kim söylüyor, Anayasamızın 114. maddesine göre TSK’nin komutanı, yani ben söylüyorum. Bu ifade en büyük teminattır. Başka şeyler aranmasını anlayamıyorum.” Elbette bu ‘teminat’a inanmak isterdik, ama bu teminat Türkiye geçrekleriyle örtüşüyor mu? Tarihinde bunca darbe, müdahele ‘andıç’ın yer aldığı bir kurumun “demokrasiye bağlı ve saygılı” olduğu nasıl anlaşılır? Bunun yerine, geçmişteki ihtilaller sebebiyle milletten samimî ve ‘özde’ bir özür dilense ve “Bundan sonra demokrasiye bağlı ve saygılıyız” denilse neyse... “Tecrübeli ihtilalciler”e bakıldığında böyle bir “özür” niyeti olmadığı anlaşılıyor. Mesela, 12 Eylül 1980 ihtilalinin lideri Kenan Evren, güya 12 Eylül ‘şartları’nı anlatırken şöyle demiş: “Türkiye’de her gün 10, 15, 20 genç öldürülüyordu. Sağdan da soldan her gün gençlerimiz hayatlarını kaybediyordu. Biz ne yapacaktık? Bu durumu seyredecek miydik? Seyredemezdik. Başka ne yapabilirdik?” (Milliyet, 26 Haziran 2009) Bu bakış açısında “İmkân olsa yine ihtilal yaparız, iyi ki yapmışız!” anlamı çıkmaz mı? Bu anlayış ve yaklaşımın neresinde “demokrasiye bağlılık ve saygı” vardır? İhtilalciler hiç vakit kaybetmeden ve gecikmeden milletten samimî bir özür dilemeli ve millete tepeden bakma alışkanlığına da son vermelidirler. Ancak ondan sonra “demokrasiye bağlı ve saygı”lı oldukları iddiası taraftar bulabilir. Aksi halde ‘inandırıcılık problemi’ ile başbaşa kalırlar... 29.06.2009 E-Posta: [email protected] |