Şükrü BULUT |
|
Nurlanan beyaz geceler… |
Dünyanın bu denli küçüleceğini nereden bilebilirdik ki… Kulağımıza hoş gelen menkibeleri yaşayacağımızı… Coğrafya kitaplarıyla özleşeceğimizi… Doğu ile Batının bu kadar iç içe yaşanacağını… Mesafelerin masalardaki gibi kaybolacağını… Dört mevsimi aynı günde ruhumuzda yaşadığımız çok olmuştur. Fakat Dünyanın yedi ikliminin havasını ve suyunu soluyacağımızı, meyvelerinden yiyeceğimizi, senenin en uzun ve en kısa gecelerini yaşayan sesleri bir arada duyacağımızı… Avrupa´da baharı, Anadolu´da sıcacık yazı yaşarken Okyanusya´da kışı aynı dilimde tadacağımızı rüyalarımızda görememişken yaşamanın şaşkınlığını üzerlerinden atamıyanlar yalnızca biz miyiz? Kısmetimize Avrupa´nın şimali düştü. Artık baharın beyaz geceleriyle kışın upuzun gecelerini Tolstoy ve Dostoyevski´den öğrenmeğe gerek kalmadı. Bu Haziran’ın dördüncü haftasında şu gurbette “üç aylara” başlayan mü´minlerden soracağız, imsak ile iftar arasındaki uzun zamanları… Gecenin ikisinden önce son yudumlarını alanların, İstanbul yatsılarındaki vakitlerde iftar etmelerini yaşamak isteyenler, Avrupa Şimaline buyursunlar… İskandinavya, Petersburg ve Yakutistan´a ne hacet… Kuzey Almanya´da da yaşanır, İmam-ı Ali’nin (r.a.) özlediği oruç zamanları: sıcak, uzun bahar ve yaz geceleri… Bir yönüyle Al-i Beytten sayılırız. Al-i Beyt denilince, zamanımızdaki temsilcisi Bediüzzaman Hz.lerinin Şimal ile ilgili bir mektubu hatıra geldi. Tarih denilince, döner maziye bakarız, biz. Al-i Beyt´in temsilcileri mâzi ile istikbali aynı aynada görürüler. Hakikatin tarihi isitikbalden onlara yansımada bulunur. Said Nursî Hz.leri, tevhid ve Risalet-i Ahmediyeyi (a.s.m.) gurbete taşayanların bugününü görerek yazmış mektubunu: Aziz, sıddık kardeşlerim, Şimalin İsveç, Norveç, Finlandiya, Kur’ân-ı mekteplerinde en büyük halâskâr bir kitap olarak kabul ettikleri gibi, şimdi erkân-ı İslâmiyenin birincisi olan Ramazan sıyamını tutmak niyetiyle Camiü l-Ezhere “Şimalin pek uzun günlerinde bir çare-i tahfifi ve tehiri yok mu?” diye sormuşlar. Demek Avrupanın yalnız o küçük hükumetleri değil, belki siyaset mânâsı verilmemek için kendini izhar etmeyen, eskide büyük ve dünyanın yüksek mevkiini tutmakla beraber, gayet dehşetli bir tarzda dünyanın fena ve faniliğini dehşetli tokatla o yüksek mertebelerin hiçe indiğini görmekle hakiki teselli, yalnız ve ancak hakaik-i Kur’âniyede bulmasıyla, o küçüklerle manen beraber tahmin edilebilir. (Emirdağ Lahikâsı S 210) 1946´dan 2009´a… İsitikbal tarihinin veciz, beliğ ve muhteşem analizi. İşte biz, Kur´ân’a tarafgiriliğin gizlemek zorunda bırakılan bir ülkeyi vatan edinerek size, “nurlanan zaman ve mekânların” hikâyesini aktarmaya çalışıyoruz. Oslo, St. Petersburg, Stockholm ve Malmö´den, Kopenhaag, Kiel, Warşowa, Hamburg ve Berlin´den önce Anadolu´ya, sonra da Haleb´e, Şam-ı Şerif, musibetzede Bağdat, Kerbela ve nihayet Medinetün Nebi´ye ve dünyanın kalbine selâm göndermeye çalışan dünün gurbetzedeleri ve günümüzün Avrupalılarıyız. Sizler “Şimal” kelimesini çoğunlukla menfî mânâlarla duymuşsunuzdur. “Şimal cereyanı” tabiri sizi hep tedirgin edegeldi. “Seyf-i Osmanî ibre-i mıknatıs gibi hep semt-i şimali gösterir” darb-ı meseleni hafızanıza yazageldiniz… Belki duymuşsunuzdur. II. Cihan harbinin kışları buralarda çok şeyi değiştirdi. İsevî ve insaniyetperver Avrupa´nın yardımyla şimal cereyanın yurdunda ezanların yüzlerce minarelerden yükseldiğini şu üç aylarda size hatırlatmak, belki bir müjde yerine geçer. “Düşünür ve şairlerin coğrafyasındaki” mütefekkirler; Kur´ân´ı ve Peygamber’in (a.s.m) Şeriatını tekîkle meşguller. Şimalin Ahirzaman çatışmalarına dayelik ettiği bir vakıadır. Fakat dünü bilmeyenleri, hadiseler bugün de gafil avladı. Düşmanın ters ateşine aldananların bakışları hâlâ Atlas ötesini tarıyor. Ahirzamanın tarihçesini ve coğrafî atlasını bilenler, hep şimale dikkat kesildiler. Çok garip manzaralar yaşanıyor, bu diyarda. Üç beş yaşındaki masumlara varıncaya kadar Regaip´lerde mescidleri, medrese, tekye ve dershaneleri dolduran mü´minlerin karşısında, yine pür silah şimal cereyanı siperde dikkat kesilmiş, bekliyor. Habis Avrupa Medeniyetiyle Şeriat-ı Ahmediye arasındaki garip mücadelenin velvelesi, kuzeyin her bucağını tutmuş. İsevî âlem ile şimal cereyanı arasındaki harbin komutunu, sanki Efendimiz (a.s.m.) bizzat kendisi veriyor. Stratejiler, yardımlar ve servisler ise, onun zamanındaki vekilinden… İçerden bakabilenler büyük acaipliklerle karşılaşıyorlar. Varsın, ülfet çadırına toplanan Müslümanlar, mücadeleyi sıradan görsünler. On değil, elli değil; tam yüz sene önce şimal cereyanı mensuplarınca fitili çekilmiş bu şavaşın boyutlarını görebilmek için asrın ruh mimarını okuma mecburiyeti var. Hürriyet ve demokrasiyi yanlış anlamış bu kuzeylilerin hedefinde önce İsevîler, sonra insaniyetperveler ve sonunda Müslümanlar geliyor. Fakat Anadoludan buraya yapılan stratejik yardımlar, bilvesile bizi ilk hedefe koydurmuş. Güneşin haftalarca ve bazen aylarca batmadığı diyarları yaşamaktan daha acîb ve garîp şeyleri görmek ve yaşamak isteyenler de şimale teşrif edebilirler. Ön şartı ise; hayata içerden bakacak kadar nurlarla mücehhez olmak. Şimaldaki zamanlara alışıp alışmadığımızı da merak ediyorsunuzdur. Aramızda mahremce kalsın. Bizler, hadd-i büluğu şarkta yaşamışlar; ne kışların uzun gecelerine, ne de bahar ve yazların beyaz gecelerine bir türlü alışamadık. Geceyi on - oniki saatle tanıyan birinci nesil, Anadolu gecelerinin refleksi ile kıvranıyor; İbadette, yemede, istirahat ve diğer işlerinde şaşkınlığını gideremiyor. Bu coğrafya ile iltiyam, ancak bu coğrafyada doğup büyümekle olurmuş. Çocuklarımız şimdilik bunu isbat etmeye çalışıyorlar. Îman ile küfür, şeriat ile lehviyat, madde ile mânâ ve gece ile gündüz arasındaki uzun mesafeleri med–cezirlerle bize yaşatan şimdi izahın zorluğunu kendiniz gördünüz… Bir de burada yaşanların hâlini… Şuhur-u selâsedeki dualarımıza ne denli muhtaç olduğunu elbette anladınız. Selâm ve dua ile… 29.06.2009 E-Posta: [email protected] |