Hakan YALMAN |
|
Depresyon toplu yaşanabilir mi? |
Depresyon, tanımı ve oluşturduğu etkilerle, yıllar öncesine dayanan ve bir ekole göre de insanlık tarihi ile birlikte tarihi başlamış olan bir olgudur. Tanımı ile ilgili çok farklı yaklaşımlar olmakla birlikte Amerikan Psikiyatri Birliği’nin sınıflandırma sistemi olan DSM IV’e göre tanımlanması en çok kabul gören yöntem olmuştur. Aslında bu, tek hastalığın değil, bir hastalık grubunun adıdır ve genel özelliği çökkünlük şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bu çökkünlük genel anlamda hayata bağlılığın, yaşama enerjisinin azalması ve benliğin adeta ayakta durmasına dahi yetmeyecek ölçüde ruhsal güç kaybı anlamına gelmektedir. Hayata bağlılığın seviyesini belirleyen unsur, psikiyatri terminolojisi içerisinde “duygudurum” ya da “afekt” şeklinde isimlendirilmektedir. Herbir fert, hayata bağlılığı ve onunla irtibatlı olan fiillerin ortaya çıkmasını sağlayacak enerji düzeyi ile ilgili olarak belirli bir pozisyonda yer almaktadır. Fertlerin teker teker içinde bulundukları duygu durumu, duygu ve düşüncelerin paylaşıldığı sosyal hayatta genel bir alana da yayılmakta ve toplumun duygu durumu oluşmaktadır. Her şeyin her şeyle irtibatlı olduğu varlık âleminde daha da uç bir noktaya giderek varlığın genelinin duygu durumundan bahsedebiliriz. Gözlemciye göre şekillenen bir dünyada, gözlemcinin duygu durumu, varlığın onunla irtibatlı ya da onun âleminde yansıyan görüntüsünde çökkünlük ya da neşe ve enerji hâli sergileyebilir. İnsanlar adedince, belki de şuur sahipleri ve varlıklar adedince farklı âlemler ve her âlemin de farklı bir renginin varlığından söz edebiliriz. Bütün âlemlerin ortasında bulunan ve hepsinin görüntü kaynağı olan ortak bir alan vardır ki, bu alan kolektif alan olarak tanımladığımız bütün fertlerin hem etkilendiği, hem de şekillendirdiği ortak kullanım alanı gibidir. Çökkün duygu durumunda bulunan fertlerin, ortak alanda çöküşe; enerji dolu olanların ise bu alanda enerji düzeyinin ve duygu durumunun yükselmesine katkıda bulunduklarını söyleyebiliriz. Bu duygu durumuna iklimin, çevre şartlarının ve ortamı şekillendiren renk ve desenlerin de katkıda bulunduğunu söylersek, her halde çok abartılı bir ifade olmaz. Her ferdin duygu durumu, kendi benliği ve çevresi arasında oluşturduğu genel ritmin bir âhengi gibidir. Bu âhengin bozulması sonucunda, zaman zaman duygu durumunda ve hayata bağlılıkta problemli fertler sosyal hayatın içerisinde yer almaktadır. Aynı zamanda her fert, içinde bulunduğu topluluğun varlıkla olan âhengine bir nağme katmakta ve bu nağmelerin genel varlık âhengi ile uyumluluğu ölçüsünde topluluğun ruh hâli ve duygu durumu şekillenmektedir. Toplulukların kolektif olarak yaşadıkları depresyon dönemlerinde sosyolojik problemler de daha belirgin şekilde ortaya çıkar ve ferdin depresyonunda gözlenen içe kapanma, dış çevreyle bağları koparma ve otizme benzer şekilde topluluklarda da marjinalleşme ve dış topluluklarla bağları koparma şeklinde sosyolojik tavırlar gözlenir. Depresif kişinin nevroz ve histeri gibi absürd tavırlar oluşturmasına zemin hazırlayan psikolojik faktörlere benzer şekilde, topluluklarda da benzer uç tavırlar gözlenmektedir. Hatta ferdin intihar noktasına gelmesine benzer şekilde kolektif depresyonun toplu intiharlara yol açtığı da yakın tarihte gözlenmiştir. 12 Eylül sonrası Türkiye’de yaşanan süreçte özellikle gençliğin desensitize edilerek yani sahip olduğu değer yargılarının, bir millet olmaktan kaynaklanan kolektif şuurun ruhunda oluşturduğu titreşimlerin azaltılması ile, kolektif bir depresyon psikolojisine sürüklendiği gözlenmektedir. Bütün zararları ve yol açtığı fizikî yıkımlarla beraber 12 Eylül öncesi gençliğin bir dâvâ sahibi olması ve onun uğrunda canını dahi feda edebilecek bir inanç taşıması, hangi gruptan olursa olsun o dönem gençliğinin enerji kaynağı ve motive edici gücüydü. Bütün yanlış ve ölçüsüz uygulamalar, sadece tarafgirlik duyguları ile dâvâlarını savunmaktan kaynaklanıyor olmalıydı. Ancak o dönem yaşananların en güzel tarafı, her gencin bir hayat görüşü oluşturmak ve bir değerler manzumesi içerisinde bulunduğu topluluğa nizam vermek enerjisini taşıyor olması idi. İhtilâl sonrası süreçte dünyevîleştirme ve ciddî dâvâlardan uzaklaştırma sonucu ufku futbol ve maddî kazanımlarla sınırlanmış, sezgilerden uzak, duygu zenginliğini yaşayamayan ve bunun sonucu olarak kısır bir ruh dünyasının ve beton binaların arasına hapsedilmiş medeniyetin aldatıcı ışıkları ile ruhlarını aydınlatmaya çalışan, ancak içleri zifiri karanlıkta bir gençlik oluştu. Satanizm, metalcilik, uyuşturucu bağımlılığı gibi uçlarda yaşananlar, kolektif depresyonun ortaya çıkardığı marjinalleşmenin bir sonucu olmalıdır. Ruhtan yansımalar maddî dünyanın ve sosyal ortamın genel ritmi ile âhengini bulmadığında şekillenmek üzere dışa uzanan mânevî uzuvlar sürtünmeler ve çatışmalar sonucu yaralar alacak ve benlik hayata dair gelişmelere yönelik ve dünyayı anlamlandırmak için var olan bütün enerjisini kaybedecektir. Bundan sonraki süreç kendinden, ailesinden, toplumdan ve varlık âleminden kaçıştır ki en nihaî noktası maddî ya da mânevî anlamda intihardır. Bütün bunların içerisinde en kötüsü ise, özünden kaçmakla birlikte o özü şekillendiren ve isimlerinin güzelliği ile ruha ve bedene hayat veren Yaratıcıdan, yani Hâlık-ı Kâinat’tan kaçıştır. Son dönemlerde toplumun bütün katmanlarında, özellikle de gençlerde yaşanan değersizleştirme ve değersizleşme sürecinde kaybedilen en önemli şey, âlemi rahmeti ile kuşatan sonsuz güzelliğin sevgisinden uzaklık olmalıdır. Bu hâl kişiye enerji veren, onu hayata bağlayan ve bağlantısı olan kaynağın değeri ile değerlendiren muhabbetin âleminden kaybolması ve bunu kolektif alana yansıtması sonucunu doğurmaktadır. Bu durumda varlığın genel ritminden kopuk, yani fıtrattan uzak, özleri ile çatışma halinde olan, bunu da sosyal hayata savaşlar, çatışmalar ve anarşi şeklinde yansıtan topluluklar oluşacaktır. Sağlıklı fertler, hayata bağlılığı yitirmemiş, varlığın bütününden yansıyan sevgiyi ruhunda yansıtan enerji dolu kişilerdir. Sağlıklı toplumlar da, bu kişilerin oluşturduğu topluluklardır. Benliği ve varlığı anlamlandıramamış fertlerin oluşturduğu toplulukların akıbetinin kolektif depresyon olması kaçınılmaz gibidir. Bu depresyon, çoğu zaman değerlerde çökkünlük ve bunun sonucunda yıkıma yönelik hareketlilik ve enerji şeklinde karşımıza çıkar. Fertler gibi toplulukların da şehevî, gadabî ve aklî kuvvelerin orta hattından geçen istikametli yolu bulmaları ve bu doğrultuda hareket etmeleri, sevgi dolu bir dünya için olmazsa olmaz bir şart şeklinde önümüze çıkmaktadır. Her türlü depresyonda olduğu gibi kolektif depresyonda da çözüm yolu, Âlemlerin Rabbi’nden varlık âlemine yansıyan sevginin sıcaklığında ve ışığında yaşamak ve sosyal bir yapı olarak istikameti muhafaza etmektir. Bu anlamda ümitsizlik, Hâlık-ı Kâinat’tan kopuşu ifade ettiği için büyük günahlardan sayılıyor olmalıdır. İman bir bağlanma anlamına geldiğine göre bu bağı koparmayan ya da farkındalığından uzaklaşmayan topluluk ve fertlerin hayatında depresyonun yer almasından ve kolektifleşmesinden bahsedilemez. Bütün problem, bu bağın kopmasından, algılanamamasından ya da yanlış algılanmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Depresyondan uzak topluluklar dışa açılmalı ve sahip oldukları neşe ve sevgiyi varlığın İlâhî neşesi ile bütünleştirip bütün insanlığa ve varlık âlemine yaymalıdırlar. 30.06.2009 E-Posta: [email protected] |