M. Latif SALİHOĞLU |
|
İslâmiyet milliyeti |
Müsbet ve menfî milliyet
Yaşadığı çağa damgasını vuran büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Said Nursî'yi, imanî konulardaki orijinal izahları yanında–ta başından beri fikirlerine müracaat ettiğimiz gibi–ülkenin bugünü ve geleceğiyle ilgili dikkat çekici görüşlere sahip bir sosyolog sıfatıyla da görebilmekteyiz. Kur'ân'ın ölçülerine dayanan tesbitleri, dün olduğu kadar bugün de geçerliliğini ve tazeliğini aynen korumaktadır. Hele, insanımızın kardeşlik ve vatandaşlık bağlarına son derece muhtaç olduğu günümüzde, onun tesbitlerinin değeri bir kat daha önem arz ediyor. İşte, biz de bu vukufiyetli aziz şahsiyetin yapmış olduğu tesbit ve tavsiyeler doğrultusunda hareket ederek, yaşanan sıkıntılardan kurtulmaya ve huzuru yakalamaya, barışı sağlamaya çalışıyoruz. Bediüzzaman'a göre Kürtçülük, Türkçülük ve sair menfi milliyet fikir ve cereyanları, İslâmîyet milliyetini parçalamak için hariçten içimize sokulmuş öldürücü zehirden başka birşey değildir. Milliyet fikrinin bu asırda çok ileri gitmesinin sebebi ise, Avrupalı zalimlerin bu hastalığı Müslümanlar içinde yayarak onları parçalamak istemeleridir. Milliyet fikrini "müsbet ve menfi" olarak iki kısma ayıran Bediüzzaman, müsbet milliyet için fikrini şu mealde beyan eder: Herkes kendi milletini sever. Fakat bu sevgi, hiçbir zaman başka milletleri inkâr etme ve kendi milletini başkalarından üstün tutma mânâsında değildir. Müsbet milliyet cemiyetin dâhili ihtiyacından ileri gelir; yardımlaşmaya ve dayanışmaya sebeptir. Faydalı bir kuvvet ve heyecan temin eder. İslâm kardeşliğini pekiştirecek bir vasıta olur. Buna göre müsbet milliyet, bütün Müslümanları kardeş bilmekle beraber; içinde bulunduğu kavmi, kabileyi, cemiyeti korumaya ve yükseltmeye fedakârâne çalışmak demektir. İkincisi olan menfi milliyet ise, başka milletlere düşman nazarıyla baktırır ve onları yutmakla beslenir. Daima karışıklığa ve düşmanlığa sebep olur. Âyet ve hadisler bu çeşit milliyet fikrini yasaklamış, reddetmiştir.
İslâmiyet milliyeti ve İslâm birliği
İslâmiyet milliyetinin nihaî hedefi, İslâm birliğini (İttihad–ı İslâmı) sağlamaya çalışmaktır. Gaye ve maksadı İslâm birliği olan bir kısım tarihî şahsiyetleri bu noktada kendine yakın gören Bediüzzaman, bir eserinde şunları kaydeder: "Ben bu ittihadın (ittihad–ı İslâmın) efradındanım. Ve bu ittihadın tezahürüne teşebbüs edenlerdenim. Yoksa sebebi iftirak (bölünme sebebi) olan fırkalardan değilim. Elhasıl: Sultan Selim'e biat etmişim, onun ittihad–ı İslâm'daki fikrini kabul ettim. Zira o, Kürtleri ikaz etti. Onlar da ona biat eti. Şimdiki Kürtler, o zamandaki Kürtlerdir… Bu meselede seleflerim Cemaleddin–i Efgani, (allamelerden) Mısır Müftüsü merhum Muhammed Abduh, (müfrit âlimlerden) Ali Suavi, Hoca Tahsin Efendilerle Namık Kemal Bey ve Sultan Selim'dir (ki, demiş): 1
İhtilaf u tefrika endişesi Kuşe–i kabrimde, hatta bîkarar eyler beni İttihadken savlet–i a'dayı def'a çaremiz İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni
Said Nursî ayrıca, ekser Peygamberlerin Asya'da zuhûru ve çoğu hükemanın (filozofların) Avrupa'da ortaya çıkmasını, Asya'yı ayağa kaldıracak unsurun din oluşuna bağlar. 2 Ayrıca, hamiyet–i milliye denen duygunun da ancak hamiyet–i dinîyenin emrinde olmasıyla başarıya sevk edebileceğini belirtir.
Asıl hastalık kalbin merkezinde
Bediüzzaman, Divân–ı Harb–i Örfî isimli eserinin "Hürriyet Hitap" bölümünde şunları ifade etmektedir: "Evvel Kürdistan'da fenalığın sebebi, Kürdistan'ın uzvu hastalanmış zannediyordum, Vakta ki, hasta olan İstanbul'u gördüm… teşrih ettim (açtım baktım) anladım ki, kalbindeki hastalıktır her tarafa sirayet eder. Tedâvisine çalıştım; bir divanelikle taltif edildim." 3 Bediüzzaman'ın 19. asrın başlarından itibaren Kürtler hakkında söylediği sözler, onlara yaptığı nasihat ve tavsiyeler, yazdığı makale ve eserler günümüz için de fevkalâde önem taşımaktadır. Bediüzzaman, 1907 sonlarında Doğu'nun yaşadığı problemlere dikkat çekmek için İstanbul'a gelir ve hükümete bir dilekçe verir. Bu dilekçe sebebiyle başına gelmeyen kalmadıysa da, tarih onu haklı çıkarıyor ve onun nasıl bir dâvâ ve misyon sahibi olduğunu gözler önüne seriyor.
(Yarın: Dilekçe ve sonrası) .................................................... 1) Divan–ı Harb–i Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1996, s. 29. 2) Şuâlar, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1996, s. 328. 3) Divan–ı Harb–i Örfi, Yeni Asya Neşriyat, İst. 1996, s. 87. 30.06.2009 E-Posta: [email protected] |