M. Latif SALİHOĞLU |
|
Anahtar kelime: Aksülamel |
Terörü Doğuran Irkçılığın Panzehiri (3)
–Dünden devam–
Dün, "Birinci misâl"de sözü ettiğimiz o ilginç hatıranın sahibi olan Celadet Ali Bedirhan'ın kendi kaleminden bir ifadesini de aktaralım. M. Kemal'e hitaben yazdığı mektupta aynen şunları söylüyor, Celadet Bey: "Hatırımda kaldığına göre 10 Temmuz'un (1908'deki Meşrûtiyet'in ilânının Rumi gününü kast ediyor.) ikinci sene–i devriyesi (23 Temmuz 1909) henüz idrak olunmamıştı. Bir gün Şehzadebaşı'da bir tiyatro binasında (Ferah Tiyatrosu) mühim bir konferans verileceğini edebiyat öğretmenimizden öğrenmiş ve bu gibi şeylere meraklı birkaç arkadaşımla konferans mahalline gitmiştim. Sahneye iki adam çıktı. Biri Yusuf Akçura Bey idi. Arkadaşını bize takdim etti. Bu zatın ismi İsmail Gasperenski idi. Gasperenski Efendi, İstanbul ahalisince anlaşılması müşkil bir Türkçe ile uzun bir konferans verdi. Mütemadiyen Türk'ten ve gayr–i Türk'ten bahsediyordu. Konferans bittiği zaman, benim ve arkadaşlarımın anlayabildiği şundan ibaretti: Herkes Türk'tür, Türkiye'de Türk'ten başka millî unsur yoktur ve olmamalıdır. Bilmem nasıl bir tesadüftür ki, o gün aramızda hiçbir Türk talebe yoktu. Benden başka, diğer arkadaşlarımın biri Kürt, biri Çerkez, biri Arnavut, biri Gürcü ve biri de Rum idi. Ertesi gün, mektepte aynı arkadaşlar bir araya geldiğimiz zaman Gasperenski Efendi'nîn konferansı mevzubahis oldu. Meşrûtiyet devri ile birdenbire inkişaf eden müsavat–ı hukuk ve türlü şahsî, unsurî ve mezhebî hürriyet fikirleriyle sür'atle temasa gelen genç dimağımız, Gasperenski Efendinîn nazariyatını kabul edemiyordu. Bu nazariyat, bize pek aykırı gelmiş, mânevîyatımızı adeta isyan ettirmişti. O tarihte mektepte bir gazete hazırlayıp neşrediyorduk. Gazetenin riyâset–i tahririyesi (başyazarlığı) benim üzerimde idi. Gasperenski Efendi'nîn konferansının bende yapmış olduğu aksülamel ile olacak, mezkûr gazetede Kürtlüğün tarihinden, ırkından, vatanından ve hususiyetlerinden bahseyledim. Bu ve emsalî konferanslar ve neşriyat ile Osmanlı hududu dahilinde yaşayan gayr–i Türk milletlerin aleyhine olmak üzere, yeni bir Türk milliyetinin esasatı kurulmak isteniyordu. Bu şoven milliyetçiliğin, daha doğru bir tabirle başka milletlerin kanıyla vücuda getirilmek istenilen yeni milliyetin edebiyatını yapmak üzere bir bir Türk Ocakları, Türk Yurtları tesis olundu. Mecmualar ve kitaplar neşredildi. Gençlere bu yurt ve ocaklarda hususi bir terbiye veriliyordu. Rehberlerin itikadınca, bu ocakların eşiğinde ilk temsil ameliyesi (asimile çalışması) yapılıyordu; fakat, ileride göreceğiz ki, bu ocaklar size Türkçü yetiştirdiği kadar, bize de Kürtçü yetiştiriyordu." (1) Esasında bu son cümle, Meşrûtiyet'in ilk yıllarında başlayan ve Cumhuriyet döneminde de yaygınlaştırılarak sürdürülen Türkçülük faaliyetinin, tam bir aksülamel neticesi olarak Kürtçülük hareketini tetikleyip tahrik ettiğini, gayet veciz bir şekilde özetlemektedir.
İkinci misal: Burada, Meşrûtiyetin ilanından on yıl sonra, yani 1918'de Bediüzzaman Said Nursî ile Kürt kökenli bir talebesi arasında yaşanmış bir hadiseyi aktarmak istiyoruz. Bediüzzaman, son Isparta hayatında, 1955'lerde "Reisicumhura ve Başvekile" diye yazdığı mektubunun bir yerinde şu hatırasını anlatıyor: "Ben Van'da iken (1914–15), hamiyetli Kürd bir talebeme dedim ki: 'Türkler İslâmiyet'e çok hizmet etmişler. Sen onlara ne niyetle bakıyorsun?' Dedi: 'Ben Müslüman bir Türk'ü, fâsık bir kardeşime tercih ediyorum. Belki babamdan ziyade ona alâkadarım. Çünkü tam îmâna hizmet ediyorlar.' Bir zaman geçti (Allah rahmet etsin) o talebem, ben esarette iken, İstanbul'da mektebe girmiş. Esaretten geldikten sonra gördüm. Bazı ırkçı muallimlerden aldığı aksü'l–amel ile, o da Kürtçülük damarı ile başka bir mesleğe girmiş. Bana dedi: 'Ben şimdi gayet fâsık, hattâ dinsiz de olsa bir Kürd'ü, sâlih bir Türk'e tercih ediyorum.' Sonra ben onu birkaç sohbette kurtardım. Tam kanaatı geldi ki: Türkler, bu millet–i İslâmiye'nin kahraman bir ordusudur." (2) Burada aktarılan şu hakikatli ifadeler, bu vatanda neyin sorun ve neyin o sorunun aksülamel bir sonucu olduğunu açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Yaptığımız araştırmaya göre, Bediüzzaman'ın bu talebesi, aynı zamanda İşarâtül–İ'caz isimli eserinin de bir kâtibi olan Müküs'lü Hamza Efendidir. Hamza Efendi, 1917'de İstanbul'a gelmiş, üniversitede tahsil görmüştür. İstanbul'daki bazı Türkçü hocaların (Yusuf Akçura, Akçura'nın samimi dostu ve akrabası İsmail Gansperenski, Ziya Gökalp, Kürt Ziya'nın samimi arkadaşı damızlıkçı ateist Dr. Abdullah Cevdet, Ahmet Ferit, M. Emin Yurdakul...) ırkçılık yapmalarından tahrik olmuş, Kürtçülüğe meyletmiş ve hatta işgalci İngilizlerin himayesinde kurulan (1918) Kürt Teali Cemiyeti'nin de üyesi olmuştur. ........................................ (1) Age, s. 22 (2) Nursi, Said, "Emirdağ LahikasıII" Yeni Asya Neşriyat, İst. 1996, s. 196)
Üstad Bediüzzaman'ın bir hafta uğraşarak "aksülamel"le sarsılan hamiyet duygusunu yeniden tamir ettiğini söylediği eski talebesi Müküslü Hamza Efendi (solda), Abdülmecid Nursî ile birlikte görünüyor. (1916) 25.06.2009 E-Posta: [email protected] |