Görüş |
Bir çırpıda geçen ömür
Hırçın esen rüzgâr ya da coşkun akan sel gibi akıp giden insan ömrü beraberinde kazançları da kayıpları da götürüyor. Yetmiş-seksen senelik ömrün hikâyesi küçük bir hafızaya yerleştiriliyor. Oradan bir başkasına anlatıldığında sanki o kadar zamanı birlikte yaşamış gibi acılarına ve sevinçlerine ortak olup, duygular paylaşılıyor. Bu hatıraların ve genellikle acıların çokça paylaşıldığı, yaşandığı yerlerden birisi de huzurevleridir. Hayat laboratuvarı da diyebilirsiniz bu mekânlara. Buradaki insanlar hayatın gerçeklerini tecrübelerle, yaşayarak, görerek, tadarak tahlil etmiş, sonuçlandırmışlardır. Ölmeden önce o uzunca ömrün sermayelerinin acı-tatlı hatıralarını anlatmakta cimrilik etmezler. Anlatmasalar da yüzlerinden bir asra yakın ömrün izleri derin çizgilerden, mahzun bakışlardan sessizce okunur.. Mehmet Amca, yetmiş senelik ömrünün hikâyesini bir çırpıda —iki saatlik bir sürede fasıla vermeden— anlatıverdi. Bu kısacık ömre bu dünyevî meşguliyetler nasıl sığdığına hayret etmemek mümkün değil. Anlatımı içinde yaşadığı olayların heyecanını, sevincini, acısını yaşıyor ve bana da yansıtıyordu. Rolünü ve konuşma metnini mükemmel bir şekilde ezberlemiş aktör gibi, bütün duygularıyla, heyecanıyla, öfkesiyle maziyi yeniden yaşıyordu: “1930 Bingöl Arik Köyü doğumluyum. Başlık parası nedeniyle eşimi kaçırarak evlendim ve Adana’ya göçtük. İnşaatlarda çalışmaya başladım. Sonra sıva ustalığını öğrendim ve kazancım artmaya başladı. Okuma yazmam yok. Evlilikten oniki çocuğum oldu, altısı çocukken vefat etti, altı tanesi de hayatta. Çocuklar küçükken masrafları yoktu, çok paralar kazandım, bu kazançlarımla onsekiz arsa, bir ev aldım. Çok param oldu. Mutlu bir yaşantım vardı. Ne zaman ki çocuklar büyüdü, dertler de büyüdü. Sıkıntılar, anlaşmazlıklar, kavgalar başladı. Bunlarla birlikte rahatsızlıklarım, hastalıklarım başladı. Varis, prostat, kasık fıtığı, mide ve safra kesesi ameliyatı olmak üzere onbir defa bıçak altına yattım. Kazandığım arsaları, evi, çocukların açtıkları borçları kapatmak için teker teker sattım. Çocuklarımın sorunlarının artması ve eşimin çocuklarını haklı bularak onların safında yer alması nedeniyle son üç, dört ameliyatım esnasında hastanede ziyaretime de gelmediler... Evimden, eşimden, çocuklarımdan dışlanmam çok ağırıma gitti ve gururuma dokundu. Çalışmaya, İzmir’e gittim ve evin ihtiyaçlarını, masraflarını gönderiyordum. Ancak adım ‘evden kaçtı, çocukları terk etti’ diye çıktı. Akrabalardan kime telefon etsem, ‘Ayıp değil mi evden niçin kaçtın?’ diyorlardı. Bunlar birikti ve zincirler koptu. Hastanede terk edilen bir insan olarak artık hayatıma ayrı bir yön çizmek zorunda kaldım. Kader beni buraya gönderdi.. İş, eş, evlât, para boşmuş.. Hayat boş ve yalanmış...” Mehmet Amcaya bu noktaya nereden geldiğini, çocuklara dinî, millî, ahlâkî bir eğitim verip vermediğini sorduğumda; tatmin edici cevabı maalesef bulamadım. Bu fani dünyanın meşgaleleri içinde insan gerçek gayesini, Cenâb-ı Hakkın rızasını, iman, Kur’ân hakikatlarını tanıyıp bilmeyince, Peygamberimizin (a.s.m.) nurlu yolunu rehber olarak hayatımıza uygulamayınca dünya ve ahiret saadeti, mutluluğunu kaybederek acı ile ıztırapla yaşayarak fani ömür sermayesini tüketen binlercesinden bir tanesini ibret için nazarlara vermek istedim. İman ve Kur’ân hizmetinin insanlara sağladığı dünya ve ahiret saadetini daha çok kıymetini bilmemiz için.. “Nurlarla ya okumak veya okutmak veya yazmak suretindeki meşguliyet; tecrübelerle kalbe ferah, ruha rahat, rızka bereket, vücuda sıhhat veriyor” diyen Üstad Bediüzzaman’a kulak vermeliyiz. Asrın her türlü hastalıklarına karşı...
|
MUZAFFER KARAHİSAR 06.07.2009 |