Hasan GÜNEŞ |
|
Beyazlaşma ve Batılılaşma |
Meşhur Pop Yıldızı Michael Jackson’ın ani ölümü dünyanın önemli bir kesiminde büyük bir üzüntü meydana getirdi. Şüphesiz şu fâni dünyada herkes ölümlü. Ölümüne bir şöhret hastalığı, ölümüne bir yaşantı ve sefih bir hayat ve sonuna doğru, çıkış için çırpınışlar en sonunda beklenmedik bir ölümle sonuçlandı. Ayrı dünyaların insanları olmamız sebebiyle bizi ve okuyucularımızı ne kadar ilgilendirir bilemiyoruz ama yaşantısı zamanımız toplumları için ibretlerle dolu birisiydi. Son haftalardaki İslâm’a olan ilgisi ve Müslüman olduğuna dair söylentiler ilgimizi çekmedi değil! Meşhurların fikir ya da davranışlarında beklenmedik değişikliklerin hemen arkasından ölümü, doktorundan korumasına kadar en yakınındakileri zan altında bırakacak ve önceden yerleştirildiklerine dair komplo teorileriyle açıklanmaya çalışılmıştır. Derin komplolar mı, yoksa meşhurların ölümsüz olduğuna dair şuur altındaki kabuller midir, bilemiyoruz ama tereddütler devam ediyor. Biz bu teorileri ve bilinmeyenleri şimdi bir yana bırakalım. Fakat bilinen bir şey var ki, pop yıldızı son yıllarda ölüme doğru herkesten daha hızlı gidiyordu. Acı olan; her fâni gibi fıtrî bir ölüm değil, insan fıtratını zorlayan davranış ve uygulamalarla ölümün pençesinde ıztırap çekmesiydi. Paranın oluk gibi aktığı, her türlü imkânın emre amade olduğu Neverland gibi hayalî dünyaların ve ütopik mekânların uygulamaya konulduğu dünya cennetleri de adamı mesut etmeye yetmemişti. Aslında bu dünya kimi doyurmuş ki? Meşhur yıldız, ilgi duyanların daha iyi bildiği gibi, uzun yıllardır, birçok ilâç, ameliyat gibi tıbbî müdahalelerle beyazlaşmaya çalışıyordu. Müdahalelerin yan etkileri sonucu düştüğü çaresizlikler, çektiği ıztıraplar, ölüme götüren hastalıklar ve bunalımlar medyanın en çok işlediği konulardı. Afrika kökenli siyah bir ailenin siyah bir çocuğu beyaz olmak için neler yapmamıştı ki? Evet ne hallere düşmüştü. Yapılan tedaviler siyah yüze takılan iğreti ve gülünç bir beyaz maske gibiydi sanki. Aslında maske ile maskaralık en nihayetinde bir yerde buluşmuştu. Tabiî sözümüz kişinin şahsına değil, sefih yaşantıyadır. Batı, beyazlaşma ve medeniyet fantezileri ile pop starını kendisine maskara edip, çoluk çocuğunu şenlendirip, keyifli bir yarım asır geçirdi denilebilir. Gerçekte güzellik beyazlıkta mıdır? Ya da Obama gibi birisinin başkan olacağını tahmin etseydi, yine aynı şekilde beyazlaşmaya çalışır mıydı? Aslında dikkatlerden kaçan daha derin bir maske, daha derin bir beyazlaşma vardır; o da, Batılılaşmadır. Afrika’dan koparıp getirilen bir toplumun, önce el ve ayaklarına vurulan prangalarla köleleştirilmesi, sonra da zihinlerine vurulan prangalarla Batılılaştırılarak modern köleler haline getirilmesidir. Gerçekte bu ikincisinde alt sınıflardaki ya da küçük yaşlardaki siyahlarla beyazlar arasında fark yoktur. Batı medeniyeti her ikisini de ırk ayrımı yapmadan tezgâhından geçirmektedir. Yapılan ameliyatlar ve insan fıtratına yapılan tıbbî müdahaleler pop starınkinden daha ıztırap verici ve daha tehlikelidir. Fark iç ve dış arasındaki fark kadar büyüktür. Harici bir maske değiştirmekle, Michael Jackson’ın yüzünde olduğu gibi, cilt arasında fark ne kadar büyükse, kişinin iç dünyasında yapılan değişiklik de o kadar büyüktür. Gerçekte Batının bizdeki manevî değerlerimizden geleneklerimize kadar yüz-yüz elli senedir ısrar ettikleri reform istekleri ve onların içerideki temsilcilerinin müdahaleleri ve zorlamaları, Michael Jackson’ın beyazlaşma macerasından fazla farklı değildir. Bu da aynı şekilde büyük yıkımlar, büyük tahribatlar ve büyük ıztıraplar meydan getirmiştir. Hatta bu iç dünyada olduğu için travma daha şiddetli olmuştur. Bin küsûr senedir İslâm’ın bayraktarı olmuş, şan ve şerefle ve adaletle cihana hükmetmiş bir milleti, iki cihan saadetine vesile olan İslâm’dan ve mânevî değerlerinden koparıp, başta haçlı savaşları olmak üzere sayısız zulüm ve işgaline karşı mücadele ettiği Batının yüzsüz yüzüne benzetmeye çalışıp kul ve köle etmek, sonuçlar itibariyle büyük bir tahribattır ve ihanettir. Evet uzun vadede hem imkânsızdır, hem de geç kalmadan vazgeçilmezse öldürücüdür. Zaten toplumdaki bunca hastalıkların, çöküşlerin ve çalkantıların en büyük sebebi budur. Allah’tan milletin bünyesi sağlam ve tahrip edicilere karşı tamir edicilerin sayıları az da olsa gayretleri yüksek. Belki de denilecek tanzimattan beri aynı şeyler söyleniyor, millet ve devlet hâlâ ayakta. Hani meşhurdur, Osmanlı’da birisine demişler “Yıllardır söylüyorsun, ‘Böyle giderse Osmanlı çökecek!’ ama hâlâ devlet ayakta”. Adam cevap vermiş: “Bu koskoca devlet, Ahmet Ağa, Mehmet Ağa değil ki, hastalanınca bir kaç günde ya da bir kaç senede hemen ölecek. Sekerâtı bile on beş-yirmi sene sürer” demiş. Gerçekten de Osmanlı elli-yüz senede ancak çökmüş, sekeratında bile zaman zaman dünyaya meydan okumuştur. Aynen bunun gibi, koca Asya, koca İslâm dünyası ya da koca bir cihan devletinin mirasçısı Türkiye, bir pop star değil ki, yanlış bir tedavi, fıtrata aykırı bir cerrahî müdahale ile kısa zamanda çöküp gitsin! 08.07.2009 E-Posta: [email protected] |