M. Latif SALİHOĞLU |
|
Terörü Doğuran Irkçılığın Panzehiri (13) |
Maslahat değil, adâlet
Netice
Türkiye'nin genelinde, ağırlıklı olarak Doğu ve Güneydoğu Anadolu merkezli olarak yıllardır yaşanan üzücü hadiselerin bitmesi, yani şu kanlı çatışmaların bir son bulması, eminiz ki artık ızdırar derecesinde bir umumî arzu halini almış durumda. Ne var ki, bu dehşetli belânın bitmesini arzu etmek kâfi gelmiyor. Gereğinin de bilfiil yapılması lâzım. Bu hususta çare arayışları içinde görünmeyen, hemen yok gibidir. Şimdiye kadar uygulanan bazı çarelerin ise, gerçekte çare olmadığı gün gibi âşikâr. Habire Türkçülük propagandası yaparak, varsa yoksa silâhlı mücadele metodunu uygulayarak, başka yöntemleri ise dışlayarak bir yere varılamaz. Nitekim, varılamadı. Burada köklü tedbirlere, kalıcı çarelere yönelmek gerekiyor. Bunun için de, öncelikle tahrik unsurlarından şiddetle kaçınılması lâzım. Siz dünyanın en modern silâhlarını kuşanın, ordunun tamamını modernize ederek harekete geçirin, haftalar, aylar süren operasyonlar yapın, bölgeyi tahrik unsurlarından temizlemediğiniz müddetçe, yine de mesafe alamazsınız. Hatta diyebiliriz ki, şu anda adı terör örgütüne karışmış ne kadar insan varsa, bunların tamamını ele geçirseniz, hatta tutup imha etseniz, kalıcı ve esaslı çareleri tatbike sokmadığınız müddetçe, yaptıklarınız yine de nafile kalır. Aradan beş–on sene geçtiğinde, yine aynı tas, aynı hamam ile karşı karşıya gelmekten kurtulamazsınız. Kalıcı çare ve esaslı tedbir, sırf maslahata göre olmaz. Ancak ve ancak temel hukuka riayet ve adâlet prensiplerine uymakla olur. Vatandaşlarınızın tamamına âdil davranmak durumundasınız. Şayet adâlete değil de, maslahata göre giderseniz, düzelttik, hallettik dediğiniz mesele, bir müddet sonra daha da kronikleşmiş sûrette gelip karşınıza çıkacaktır. Ne yazık ki, devletimiz bugüne kadar hemen her meselede, o da sanki bir lütuf imiş gibi maslahatı esas aldı, hukuk ve adâleti ikinci–üçüncü plâna itti. Yani, "Devletin âli menfaati neyi gerektiriyorsa, ona göre hüküm, ona göre tatbikat" ölçüsüne göre hareket edildi. Oysa, devletin âli menfaati, milletin bizzat kendisi için lâzımdır. Hatta, devletin bütün kuvvet ve imkânları milletin emrinde ve hizmetinde olacak şekilde kullanılmalı. Cumhurî demokrasiye göre, hakimiyet millette değil midir? Fakat, maalesef, bu realite çoğu zaman gözardı edilmiş ve hatta milletin temel bazı talep ve ihtiyaçları dışlanmış, ötelenmiş, hatta "teferruat" kabilinden addedilerek basite alınmış. "Söz konusu olan vatansa, gerisi teferruattır" sözünü dillerine pelesenk etmiş bazı kişi ve çevreler, devletin mekanizmasını ve her türlü imkânını kendi akıl fenerine göre dizayn etme hevesinde olmuşlardır. Devletin menfaatinin nasıl, nerede ve ne şekilde olduğunu sadece kendi indî ve infiradî görüşlerine dayandırarak yorumlamışlardır. Oysa bu, jakobence bir yaklaşım tarzıdır. Bu anlayışa göre, millet çok zaman dışlanmayı, itilip kakılmayı hak eden bir yığından ibarettir. Emin olun, burada anlattıklarımız hiç de abartılı değildir. Bütün ihtilâl ve muhtıraların temelinde hep aynı sakat anlayış vardır. Bu zihniyete göre, millet cahildir, ne yapacağını bilmiyor. Hatta çoğu zaman yanlış yapıyor. Onun için, gerekirse yönetime el konulur. Her şey silâh zoruyla, süngü kuvvetiyle halledilmeye çalışılır. Vesaire... Türkiye, doksan yıldır demokrasi ve hürriyet mücadelesini veriyor. Şükürler olsun ki, bu meyanda şimdiye kadar önemli bir mesafe alındı. Ancak, yetmez. Tam hürriyet ve ideal mânâda demokrasi istiyoruz. Milletin hür iradesinin dışında ve üzerinde herhangi bir kuvvet merkezi tanımıyoruz. Söz konusu olan milletin hali ve mukadderatı ise, gerisi teferruat kabilinden olmalı. Devlet, bütün kurum ve kuruluşlarıyla milletin emrinde ve hizmetinde olmalı. İşte, bunun sağlandığı bir Türkiye, hiç şüphesiz huzurlu olur, müreffeh olur, ülke genelinde barış, huzur ve kardeşlik havası hakim olur. Anarşi ve terör gibi belâ ve musîbetler ise, ekseriyetle hukuksuz ve adâletsiz uygulamaların neticesi olarak ortaya çıkar; istismarla beslenip boy verir. Şüphesiz, bunların dış bağlantıları da vardır. Ancak, içeride kuvvetli bir dayanak bulamayan örgütler, hem gelişemez, hem de uzun ömürlü olamazlar. Demek, asıl büyük problem içeride. Bu problemlerin de hukuk ve demokrasi atmosferi içinde halledilebileceğine inanıyoruz.
–SON– 09.07.2009 E-Posta: [email protected] |