M. Latif SALİHOĞLU |
|
Huzur, maarifle sağlanır |
Terörü Doğuran Irkçılığın Panzehiri (11) Dördüncüsü: Maarif, yani eğitim meselesi
Dinden kopuk ve İslâm'a muarız bir eğitim sisteminin mahsûlü, meyvesi, anarşi ve terördür. Şayet, dinî ve imanî zayıflığa başka menfi unsurlar da ilâve edilecek olursa, işte o zaman yerden mantar biter gibi ortaya silâhlı militan grupları çıkar. Türkiye'de yıllarca sürdürülegelen materyalizm ve ateizm ağırlıklı eğitim politikaları, her kesimde olduğu gibi, Kürt gençleri üzerinde de büyük tahribat meydana getirdi ve onların başka mecralara sürüklenmesine yol açtı. Okul kitaplarında Kur'ân ahlâkı, İslâm terbiyesi gibi, Müslüman ilim öncüleri ve tarihimizin şerefli simaları da hep nazarlardan saklana gelmiş, hatta aşağılanmış ve türlü türlü hakaretlere maruz bırakılmışlardır. Bu da, haliyle huzuru bozan, asayişi ihlâl eden bir jenerasyonun yetişmesine sebebiyet vermiştir. İşte, vatanını, milletini seven herkesi düşündüren ve gerekli tedbirleri almaya sevk eden bu fecî gidişata karşı, bize göre en tesirli çare ilimdir, eğitimdir, maariftir. O halde, Bediüzzaman'ın hayatı boyunca sıhhatli bir maarifin tesisi için savuna geldiği Medresetüzzehra projesinin kıymet ve ehemmiyetini bir parça daha nazara vermekte fayda var: 1) Evvela, bu üniversite İran, Arabistan, Kafkasya, Türkistan, Mısır, Afganistan ve Pakistan gibi İslâm merkezlerine yakınlığıyla beraber, aynı zamanda Şarkî Anadolu'nun merkezinde bir kalp hükmündedir. 2) Bu üniversite, bir merkez olarak, bütün Asya ve İslâm âlemini alâkadar edecek bir mahiyet ve ehemmiyettedir. Bu itibarla, buna ne kadar sarfiyat yapılsa yine lâyıktır. Bu himmet asla esirgenmemeli; ta ki, İslâm kavimlerini ırkçılık illeti ifsad etmesin. 3) Bu üniversitede din ve fen ilimleri müştereken okutulurken, aynı zamanda hürriyet ve demokrasinin güzellikleri de ilân ve ispat edilecek; hasseten, İslâmîyet paslandırıcı hurafe ve taassuplardan kâmilen temizlenecek. 4) Burası bir mektep olduğu kadar, aynı zamanda medrese ve tekke vazifesini de görecektir.
Beşincisi: Yeni bir idarî yapılanma ihtiyacı
Türkiye'nin mevcut idarî yapısı, "Parlamenter sistem, açık rejim" v.s. diye tarif edilmekle beraber, aslında devlet, uzun müddet katı bir merkeziyetçilik anlayışıyla idare edile geldi. Mevcut halden, vatandaş ekseriyetinin memnun olmadığı ve hatta bundan muztarib kaldığı en yetkili ağızlarca da zaman zaman dile getirilmektedir. Hatta, kimi zamanlar köklü bir anayasa değişikliğinden de söz edildiği halde, bunda bir türlü muvaffak olunamamaktadır. İşte, bu katı merkeziyetçiliğin zincirleme yol açtığı dar anlayış ve kötü tatbikatlar sonucu "kirlenmiş ve çürümüş" bir yönetim biçimiyle karşı karşıya gelmiş bulunuyoruz. Devletin çarkları, bu vaziyet karşısında ağırlaşmakta ve hantallaşmaktadır. Bu gidişle, tıkanma kaçınılmaz olacak. İşte, başka hiç çaresi yok, bu katı merkeziyetçi sistem mutlaka ıslâh edilmeli; ardından, sisteme yeni ve daha dinamik bir işlerlik kazandırılmalı. Hatta, reform niteliğinde bazı yetkiler yapılmalı. AB standartlarını yakalamaya gayret göstermeli. Meselâ, mahallî meclisler denilen yerel parlamentolar kurulmalı ve merkezin bölünmeye yol açmayacak bazı görev ve sorumlulukları taşraya devredilmeli. Devlet, böylelikle vatandaşına güvendiğini bilfiil göstermeli.
Altıncısı: İdareciler, âdil ve şefkatli olmalı
Bu husus da ülkenin geneli için söz konusudur. Fakat bilhassa Doğu'ya gönderilecek olan askerî ve mülkî amirler ve diğer devlet mensupları âdil, şefkatli ve merhamet sahibi kimselerden seçilmeli. Aksi halde, niza ve hoşnutsuzluk çıkması kuvvetle muhtemel. Kürtler, din–i İslâm'a taassup derecesinde bağlı olduklarından, aralarındaki dindar memurları ve başlarındaki mütedeyyin amirleri daha ziyade sever, sayar ve hatta himaye ederler. Bu da itaati kolaylaştırır ve asayişi temin eder. Bu hususta Üstad Bediüzzaman'ın şu tesbiti büyük önem arz etmektedir: "Bu millet–i İslâm'ın cemaatleri, her ne kadar bir cemaat namazsız kalsa, hatta fasık da olsa, yine başlarındakini mütedeyyin görmek ister. Hatta umum Şark'ta, umum memurlara dair en evvel sordukları suâl bu imiş: "Acaba namaz kılıyorlar mı?" derler. Namaz kılarsa mutlak emniyet ederler; kılmazsa ne kadar muktedir olsa, nazarlarında müttehemdir. "Bir zaman, Beytüşşebap aşairinde isyan vardı. Ben gittim sordum: Sebebi nedir? Dediler ki: 'Kaymakamımız namaz kılmıyordu, öyle dinsizlere nasıl itaat edeceğiz?' "Halbuki bu sözü söyleyenler de namazsız, hem de eşkıya idiler." (*)
(Çare teklifleri devam edecek)
................................... (*) Tarihçe–i Hayat, Yeni Asya Neşriyat , İst. 1996, s. 125. 07.07.2009 E-Posta: [email protected] |