Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Değişen birşey var mı? |
Taraf gazetesinin “AKP ve Gülen’i bitirme planı” manşetiyle gündeme oturan ve tersinden, iktidar partisi-Gülen birlikteliğini de vurgulayan “belge” eksenindeki enteresan gelişmeler, Ergenekon süreciyle de bağlantılı geçişlerle, hız kesmeden devam ediyor. Belgede imzası bulunan Albay Çiçek’in Ergenekon savcılarına ifade vermesi yönündeki ilk girişim, İstanbul Başsavcı Vekilinin “Askerî Savcılık ifadesini aldı, bize gerek kalmadı” açıklamasıyla havada kalmış ve bu durum “Sivil yargıya by-pass mı yapılıyor?” istifhamına yol açmıştı. Ardından Genelkurmay Askerî Savcılığının, evvelce “kanaat” olarak açıkladığı “Belge Genelkurmay’da hazırlanmadı” görüşünü kesin bilgi ve nihaî tesbit olarak deklare edip Çiçek’e takipsizlik kararı vermesi, bu istifhamı güçlendirdi. Org. Başbuğ’un belge için “kâğıt parçası” ifadesini kullanması ve Genelkurmay’ın Çiçek’e “kurumsal destek“ mesajlarını pekiştirmesi de. Bu gidişatın, kamuoyunda oluşan “Yine mi örtbas edilecek?” algısını güçlendirdiği bir noktada, Albay Çiçek’in sürpriz şekilde Ergenekon savcılarına ifade vermesi ve ardından tutuklanması, kuşkuları dağıtır gibi olmuştu ki, sadece 18 saat sonra tutuklama kararının kaldırılması, “Değişen birşey yok, yine eski tas, eski hamam” deyişine denk düşen bir durumu ortaya koydu. Çiçek’in “belge”de yer alan imzası için evvelâ “Üç yıl önce değiştirdim” deyip, bilâhare “Sehven öyle konuştum” beyanında bulunması gibi, şüpheleri güçlendiren açık çelişkilerine rağmen. Çiçek’i 1’e karşı 2 oyla serbest bırakan heyette, tam da karar öncesi gerçekleşen son dakika değişiklikleri ve dahası, adı geçen heyetin Bayan Eruygur’a atfedilen ses kasetlerinde “Bizdendir” nitelemesine konu olması da, işin bir başka boyutu. Ve bizatihî bu durum, sorunu yalnızca “askerî ve sivil yargı ikilemi” olarak algılamanın yanıltıcı sonuçlara götürebileceğini gözler önüne seriyor.
Sivil yargıda da asker etkisi Albay Çiçek’le ilgili olarak yaşanan ifade alma, tutuklama ve tahliye sürecinin sivil yargı mekanizmasında cereyan etmiş olması, Neşe Düzel’e konuşan CHP eski milletvekili Esat Canan’ın şu tesbitini doğrulayan yeni bir örnek oluşturuyor: “Bizde sivil yargı da sivil değil. Askerin ‘tutuklansın’ dediği tutuklanıyor, ‘bırakılsın’ dediği bırakılıyor. Askerin dediği oluyor.” (Taraf, 6.7.09) Nitekim sivil yargı kademelerinde, özellikle de temyiz aşamasında askerin “ilgilendiği” dosyalarda ne tür kararlar çıktığının, aralarında şahsen mağduru olduklarımız da dahil olmak üzere, çok sayıda örneği var. Dolayısıyla, perde gerisi “kulis”leri de bitirmeden sorun bitmiş olmaz. Bu bağlamda, hükümetin tatil öncesi Meclisten geçirdiği, askerî olmayan suçlarda askerlerin sivil mahkemelerde yargılanmasını öngören yasa değişikliği, kâğıt üzerinde de olsa askerî yargının hareket alanını bir ölçüde sınırlaması açısından olumlu bir adım olarak mütalâa edilebilir. Ancak sistemdeki askerî ve sivil yargı ikiliğinin özüne ve temeline dokunmadığı; dahası, “sivil” yargının işleyişine de müdahale eden derin baskıları sona erdirecek köklü bir çözüm getirmekten uzak olduğu için, derde deva olması zor. Genelkurmay’ın, yasaya yönelik itirazlarını anayasaya da dayandırıyor olması, köklü ve kalıcı bir çözüm için yapılması gerekenlerin yine anayasadan başlaması gerektiğini göstermiyor mu? Peki, öteden beri tartışmaların odağında yer alan ve Ergenekon sürecinin başından bu yana çok daha farklı bir duyarlılıkla takibe alınan Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun, Ergenekon savcısı Zekeriya Öz’le dâvâya bakan mahkemenin başkanı Köksal Şengün’ün görev yerlerini değiştirmeye hazırlandığı iddialarının izahı ne? Cemil Çiçek’in bakanlığı döneminde müsteşarına suç duyurusunda bulunacak kadar alenî bir siyasî mücadeleye girmekten geri durmayan bu kurul da “sivil” üyelerden meydana gelmiyor mu? Velhasıl, mesele derin, çözümü de kolay değil. 09.07.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (19.06.2009) - Din, siyaset, bürokrasi (18.06.2009) - Tesbitler ve sorular (17.06.2009) - İç içe tuhaflıklar (16.06.2009) - İki kronik mesele (13.06.2009) - AB, içki ve AKP |