Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
AB, içki ve AKP |
Egemen Bağış, Zaman gazetesinde çıkan beyanlarında, kendisi başmüzakereci olduktan sonra yapılan “reform”lardan birini de, “yerli içki ile ithal içki arasındaki haksız rekabete son verecek vergi mevzuatı düzenlemesine gidilmesi” olarak ifade ediyor (27.5.09). Bağış’a göre, bu da bir AB reformu imiş. Peki, bunun bizi AB’ye yaklaştırma, neredeyse durmuş olan müzakere sürecini yeniden başlatıp hızlandırma noktasında bir faydası var mı? Eğer yerli ürünlerle ithal ürünlerden alınan vergilerde AB ile aramızda genel bir uyumsuzluk ve dengesizlik varsa—ki, her halde var—onu düzeltmek ayrı; özel olarak içki başlığını öne çıkarıp orada böyle bir düzenleme yapmak ayrı... Bağış, içki ithalâtçılarından başka kimseye yararı olmayacak bir düzenlemeyi “Bakın, reform sürecinde bunu yaptık” diye gururla ilân ediyor. İşin enteresan tarafı, mensubu bulunduğu hükümet, yerli yersiz, kendisine bağlı belediye tesislerinde “içki yasağı” uygulamak ve “kırmızı nokta” sistemiyle bu yasağı genelleştirmek istemekle suçlanıp duruyor. Oysa durum tam tersi. Nitekim kırmızı nokta tartışmasının alevlendiği günlerde, dönemin İçişleri Bakanı Aksu, içki yasağını yaygınlaştırmak gibi bir niyetlerinin asla bulunmadığını, aksine içkili yer açmak için gereken bürokratik formaliteler açısından kolaylaştırıcı düzenlemeler yaptıklarını açıklamıştı. AKP’de kimi teşkilât yöneticilerinin veya belediye başkanlarının, gazinolardaki eğlencelerde sahneye çıkan şarkıcıların şerefine şampanyalar patlattıklarına, şarap fabrikası işletip şarap festivalleri düzenlediklerine ya da içkinin su gibi aktığı kutlamalar tertiplediklerine ilişkin haberlerin de zaman zaman basında çıktığını biliyoruz. Keza, evvelce görülmemiş bir şekilde, yine bu iktidar döneminde gazetelerde boy boy, tam sayfa rakı reklâmları yayınlanmaya başladığını da. Aynı şekilde, şimdi artık AKP ile yolunu ayırıp ayrı bir parti kurmuş olsa da, hükümetin önemli bakanlıklarından birinde oturuyorken, “Şarabın tadından başka herşeyini bilirim, rengine bayılırım, içki sofralarındaki sohbetlere çok şey borçluyum” muhabbeti yapan zatın anlattıklarını da.
AKP iktidarında alkol tüketimi arttı Bütün bunların, birileri tarafından mütemadiyen içki yasağı için fırsat kollamakla suçlanıp, bu konu her gündeme geldiğinde yeni geri adımlar atan bir hükümet döneminde yaşanması ilginç. Başbakanın, “Son dönemde ülkemizde alkol tüketimi maalesef arttı” açıklaması yapması da. Yeri geldikçe “Alkolün düşmanıyım. Kim ne derse desin, kim beni nasıl eleştirirse eleştirsin” diyen Erdoğan’ın iktidarında alkol tüketiminin artması, izahı çok zor bir paradoks oluşturuyor. Tıpkı, cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili ve bürokrat eşlerinin çoğunun başörtülü olduğu bir dönemde başörtüsü yasağının daha da katmerli hale gelip yaygınlaşması ve yine ilginç bir çelişki olarak, müstehcenliğin—üstelik resmî himaye ile—yeni mevziler kazanması gibi. Yıllarca takip ettikleri “din adına siyaset” iddiasının yanlışlığını kabul edip, “Parti din değildir” noktasına geldikten sonra, bu defa dindarların da siyasette başarılı olabileceğini ispatlama söylemleriyle yola devam kadroların iktidarında görülen bu yozlaşma, dejenerasyon ve bozulma işaretleri, birşeylerin çok daha dikkatli bir şekilde sorgulanması gerektiğini gözler önüne seriyor. Tecrübeler gösteriyor ki, başlangıçta dine hizmet için yola çıkıldığı söylense de, zaman içinde “maksad-ı aslî” olarak siyaset öne çıkınca, hem dindar kimlikler insafsız siyaset değirmeninde öğütülüyor, hem dinî hizmetler sahipsiz kalıyor. “İrtica” suçlaması altında ezilen “dindar” siyasetçiler, öyle olmadıklarını ispatlamak adına, kendileri için “mayınlı” hale getirilen alanlardan köşe bucak uzak duruyor ve bunun sonucunda inanılmaz derecede tavizkâr bir tavra giriyorlar. Ve Müfit Yüksel’in Yeni Asya’ya söylediği gibi, “Dindarlığın içi, ‘İslâmcı’lar eliyle boşaltılıyor...” 13.06.2009 E-Posta: [email protected] |