Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Bu dağınıklıkla nereye? |
Başmüzakereci Devlet Bakanı Egemen Bağış, bir taraftan AB reformlarını muhalefetin engellediğinden yakınırken, diğer taraftan reformların hız kesmeden devam ettiğini şu sözlerle anlatmaya çalışıyor: “Benim için Ocak’tan bu yana çok ciddî bir reform süreci var. Ulusal Program yayınlanmış, ilk defa müstakil bir başmüzakereci atanmış, TRT 6 yayınlarına başlamış, 1 Mayıs tatil ilân edilmiş, Güneydoğu Anadolu Bölgesine 500 milyon euro fon aktarılmış, Nazım Hikmet’in vatandaşlığı iade edilmiş, kadın-erkek fırsat eşitliği komisyonu kurulmuş, Kyoto protokolü onaylanmış, Ayasofya’nın içindeki 17 yıllık çelik konsorsiyum aşağıya inmiş, internet vergileri düşürülmüş. Bütün bunlar reformdur.” (Star, 1.6.09) Anlaşılan, kendisinin başmüzakereci sıfatıyla kabineye dahil edilmesini AB sürecinde yeni bir dönüm noktası ve milât olarak görüyor Bağış. Sürecin Ocak-2009 öncesi için konuşmuyor. Kendisi işbaşı yaptıktan sonraki gelişmeleri de bu sözlerle özetleyip, “Reformlar devam ediyor, aksama ve gecikme yok” demeye çalışıyor.
Bağış’ın saydığı maddeler yeter mi? Peki, Bağış’ın sıraladığı bu maddeler, reform sürecinin gereklerini karşılamak için yeterli mi? İçeriği ve hedefleriyle de tatminkâr olmayan Ulusal Programın sadece yayınlanmış olması meseleyi çözüyor mu? Programdaki maddelerin uygulamaya aktarılması açısından durum ne? TRT 6’nın, gerekli anayasal ve yasal zemini hazırlanalı yıllar geçtikten sonra yayına girmesi, 1 Mayıs’ın tatil ilân edilmesi, Güneydoğu’ya bir miktar fon aktarılması, Nazım Hikmet’e vatandaşlığının iadesi, kadın-erkek fırsat eşitliği komisyonunun kurulması, AB sürecinden bağımsız bir konu olan Kyoto protokolünün onaylanması, Ayasofya’nın içindeki çelik iskelenin sökülmesi, internet vergilerinin bir parça düşürülmesi, Türkiye’yi AB üyesi yapmaya yeter mi? AB’ye girmemizin en öncelikli ve olmaz şartları olduğu, gelişmelerle de her geçen gün daha iyi görülüp anlaşılan asker-sivil ilişkilerini demokratik standartlara uygun hale getirecek ve Türkiye’yi iyice siyasallaşmış yargının yönettiği bir ülke olmaktan çıkaracak temel anayasal reformlar yapılamadığı müddetçe, Bağış’ın sıraladığı bu maddelerin kıymet-i harbiyesi olur mu?
Bu dağınıklığın izahı ne? Bakıyoruz, Bağış hiç oralara girmezken, Dışişleri Bakanı Davudoğlu tatil öncesinde Meclisten geçmesi gereken kanunu İnsan Hakları Kurumuyla ilgili düzenleme olarak gösteriyor; Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek ise HSYK’da değişiklikler öngören kanunun Haziran sonuna kadar neticelenmesi gerektiğini ifade ediyor. Meclis Başkanı Toptan’ın gündemindeki önceliğe gelince; o da Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesiyle ilgili tasarının Meclis tatile girmeden çıkması gerektiğini söylüyor. O tasarı ki, mâlûm tartışmalar sebebiyle TBMM’yi en az üç haftadır meşgul ediyor; evvelce görüşülüp kabul edilen maddeler tekrir-i müzakere yoluyla tekrar ele alınıp sonuçlandırılmaya çalışılıyor. Bütün bunlar bir dağınıklığı göstermiyor mu? Adı geçen zevatın her birinin, tatil öncesinde Meclisten çıkması gereken âcil iş olarak gösterdiği konular birbirinden farklı. Ve dahası, bunların hiçbiri, AB sürecinde asıl yapılması gereken temel yapısal reform niteliğini taşımıyor. Hal böyleyken, Erdoğan’la, kabinedeki yeni yardımcısı Arınç, parti tabanına moral verip coşturmayı hedef alan hamasî söylemlere ağırlık veriyorlar. Arınç, hükümeti yıkmaya çalıştıklarını söylediği çetelere “hodri meydan, hodri meydan, hodri meydan” diyerek meydan okuyor. Bu söylemler, son günlerde sık sık parti kongrelerindeki kavga ve Meclis grubundaki huzursuzluk haberleriyle gündeme gelen AKP tabanında, arzu ettikleri heyecan ve coşkuyu uyandırabilir mi, önümüzdeki süreçte belli olur. 03.06.2009 E-Posta: [email protected] |