Ali FERŞADOĞLU |
|
Evlilikte teferruat kriterler de önemli |
Fuat Özcan, “Evlilikle ilgili yazılarınızı okuyorum. Evliliği düşünen ve hazırlık yapan biriyim. Eş seçiminde dikkatli olmamız gerektiğini yazılarınız da zaten belirtiyorsunuz. Herkesin kendine, hayat tarzlarına göre kriterleri var. Kimisi, hayat felsefesine bakıyor, kimisi parasına, kimisi güzelliğine, diplomasına, vb. Ama benim sormak istediğim eşimi seçerken kendi cemaatimden olmasını (özellikle Nur Cemaatinden) istiyorum. Çünkü eşimin benim hayat tarzıma, düşüncelerime, mizacıma en azından uygun olmasını istiyorum. (Beraber kitap okumak, sohbete gitmek, okuma programları yapmak gibi). Kimileri beni bu haklı bulurken kimileri de o kadar ayrıntı önemli değil gibi görüşler ileri sürüyor. Bu konu hakkında kriter ne olmalı; denge nasıl sağlanmalı?” Hilmi Tunahan Görgülü de, aynı mealde, “Evlenmeyi düşündüğüm kişi ayrı grupta. Ailesi farklı yaklaşıyor; ne dersiniz?” diye soruyorlar. Evlilikte temel kriter, “dindarlık ve ahlâk” olmalı. (Ki, dindarlığın ölçüsü yalnız şekil, kılık-kıyafetten ibaret değil.) Dindar, ferdin, ailenin ve toplumun dünya hayatıyla ahiret işlerini tanzim eden İslâm şartlarını ve ibadetleri ifa edendir. Ahlâk, dindarlığın ruhudur. Eğer ahlâk yoksa, dindarlıktan söz edilemez… Eş, aynı cemaatten tercih edilmelidir. Zira, her cemaatin bakış açısı, üslûbu, hizmet tarzı farklıdır. Bu farklılıklar mutlaka hayata yansır. Aynı düşünce, aynı hizmet tarzına sahip olanlar uyum içinde hizmetlerini yürütür. Farklı olanlar, birbirleriyle cedelleşir. Bu tabiî bir durumdur. Zira, zaten inandığı, düşündüğü ve bildiği tarz odur. İnanmadığı, bilmediği bir yola girmesini beklemek abesle iştigal değil mi? “Dervişin fikri ne ise, zikri de odur” hakikati bunu ifade eder. Gelin-kaynana tartışmalarının da temeli kültür farklılıklarına dayanır: Gelin başka bir ailenin kültürüne göre yetişmiş, ona göre davranır. Kaynana ise, kendi kültürünü yaşamak ve yaşatmak ister… “Biz anlaştık. Herkes kendi yoluna gider, kimse kimseye karışmaz!” şeklindeki bir düşünce de şimdilik geçerlidir. Evlilik, herkes kendi yoluna gitmek değildir ki, meslek ve meşrepte, hizmet ve ibadette de böyle tahakkuk etsin. Karı ve koca’nın meslek, meşrep, ibadet ve hizmette yolları ayrı ise, evlendikten sonra uygulamada çatışmalar, çelişkiler ortaya çıkacaktır. Bu da tartışma ve huzursuzluk sebebidir. Bu farklılıklar çocuk eğitimi ve terbiyesine de yansıyacaktır. O takdirde daha büyük çatışmalar yaşanması kaçınılmaz olabilir. “Hele evlenelim, ben onu değiştiririm!” tarzındaki bir düşünce temelden sakattır. Zira, o da sizi değiştirecek. Eşler yekdiğerini ikna etmeye, kendi görüş ve düşünce yapısına çekmeye çalışır. Çocuklarını öyle eğitmeye kalkar. Artık ömür, biribirini değiştirme çabalarıyla geçecek. Oysa ömür, bu kadar uzun değil. Bu arada meydana gelebilecek gerginlikler, sıkıntıları ve bunların aile hayatına, çoluk-çocuğa ve sair akrabalara nasıl yansıyacağı, nasıl vahim sonuçlar doğuracağını kestirmek imkânsız. Aslında sizin de, eşinizin de istediği değişim, gelişim, hayat tarzının eğitim ve terbiyesi, ailede ve evlenme çağına gelene kadar alınmalı, verilmeli. Bu da yapılıyor zaten. Öyle ise, siz, düşünce, kültür ve hayat tarzı açısından size denk olanını tercih etmelisiniz. Hayata bakış açınız, hedefleriniz, idealleriniz de denk olmalı. Eşler aynı kültürü paylaşmalı; aynı eğitimi almış, Hatta, mümkünse aynı bölge ve aynı şehirden olmalı. Zira, bölgenin, iklimin, çevrenin fıtrat, huy ve karakterimiz üzerinde etkisi büyük. Hareketli, heyecanlı, sakin, sıcak kanlı ve soğukkanlı, vs. Şöyle düşünelim: Evlilik sevinci, üzüntüyü, üretimi, tüketimi, sıkıntıyı, neşeyi, problemi çözümü paylaşmaktır. Eşler olarak hizmet için yola çıktınız. Ne tarafa gideceksiniz? Sizin istediğiniz yöne mi, onun istediği cihete mi? Siz hizmetler için koşuşturuyorsunuz, eşiniz ne için koşuşturacaktır? Hatta, bu kriteri yemek kültürüne kadar indirgeyebiliriz. Yemek üzerine dönen tartışma ve çetin kavgaların ayrılıklara kadar götürdüğü müşahade edilmiştir. Acılı, ekşili yemek kültürüne sahip bölge ile bunun tam tersi iki insanın evlendiğini düşününüz. En temel ihtiyaç olan yemek ve sofra kültüründe uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar baş göstermeyecek mi? “Onun elinden zehir de olsa içerim!” düşüncesi duygusal ve geçicidir; aklî ve psiko-sosyal dayanağı yoktur. Süresi birkaç ay veya birkaç senedir. Hiç şüphesiz, başka meselelerden çıkan anlaşmazlıklar, bunları da gündeme getirecektir. Tabiî ki, kültür ve bölge farklılıkları kesin hatlarla ayrılmaz. Artık dünyanın küçülmesi, göçler, şehirleşme, biribiriyle kaynaşma, eğitim standartlarının aynı seviyeye gelmesi, kitle iletişim vasıtalarının çoğalması vs. ile genel kültür bir seviyeye doğru gidiyor… Burada şöyle bir mihenk de kullanabiliriz: Ehl-i kitap veya Müslüman olmuş başka ülkenin insanıyla evlilik yapmak mı daha iyi, yoksa ehl-i iman ve mütedeyyin olanlarla mı? Kendi dininden, kendi dilini bilen ve kültürünü paylaşan Türkiye’de ki biriyle evlenmek mi daha iyi, yoksa başka bir İslâm ülkesindeki Müslüman ile mi? İşte bu kıyasla, memleket ve kültür farklılıklarının doğuracağı mahzurlar, aynı ülkedeki bölge farklılıklarına kıyas edilebilir… Elbetteki bu değerlendirmeler geneldir. İstisnaî durumlar var ve her iki kesim için de sözkonusudur: Aynı cemaat, aynı kültür, aynı bölge, hatta aynı şehir veya köyden evlenip huzursuz ve mutsuz; çok farklı din, ülke ve bölgelerden evlenenlerin de huzurlu ve mutlu olmaları mümkün ve vakidir. 03.06.2009 E-Posta: [email protected] [email protected] |