Cevher İLHAN |
|
Dıştan içe provokasyonlar |
Peşpeşe yıl dönümlerinde Sivas ve Başbağlar katliâmı soruşturulmakta. Ve Cumhurbaşkanı Gül’ün Çin gezisinin ardından Sincan Özerk Uygur Bölgesine baskısıyla patlak veren olaylar bahanesiyle daha da ağırlaştırılan zulmün ve katliâmın kaynağı araştırılmakta. Ne garip ki Müslümanların yaşadığı dünyanın diğer bölgelerinde olduğu gibi Müslüman Uygurların Doğu Türkistan’da ve Çin’de dinî haklarına, inanç ve ibâdet özgürlüğüne yönelik bu suikast ve vahşetin yine okyanuslar ötesine uzanan provokatörlerin tahrikiyle tertiplendiği tesbitleri haklı çıkmakta. Anlaşılan o ki burada da küresel hegemonya ve uluslar arası çıkar hesaplarıyla hareket edilmekte. Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun, “olaylara sebep olan müsebbiplerin bulunması”na dikkat çekmesi çağrısı bu açıdan önemli. Bu arada İstanbul’daki ABD Konsolosluğuna bir yıl önce düzenlenen ve cansiperâne çarpışan üç polisin şehid edildiği saldırıda Amerikalıların kıllarını kıpırdatmamaları, ibret-i âlem olarak görüntülerde ortaya çıkıyor. Başşehirde ise “askerlerin sivil yargıda yargılanması”na dair Çankaya’nın kararı beklenirken, “belge”den “MGK bildirisi”ne, 12 Eylül’den 28 Şubat’a, bütün darbecilerin ve darbe plânlarının yargılanması ile ekonominin krizle küçülmesine kadar bir yığın tartışma devam ediyor…
DARBE CİNÂYETİ, CEZÂLANDIRILMALI Ne var ki gündemin gürültülü hayhuyunda birçok kayda değer konu yeterince tartışılmadan kayboluyor… Bunlardan biri de 12 Eylül ihtilâli lideri Evren Paşa’nın, 1982 Anayasasının yüzde 92 ile kabul edildiğini iddia edip, kendisi ve “konsey üyesi arkadaşları”nın yargılanması için referandum önermesi. Evren, darbecileri her türlü karar ve tasarruflarından dolayı haklarında cezaî, malî veya hukukî sorumluluk iddiası ileri sürülemeyeceği ve bu maksatla herhangi bir yargı merciine başvurulamayacağı hükmünü getiren “geçici 15. madde”nin de Anayasa ile birlikte kabul edildiğini söylüyor. İhtilâlin “devlet başkanı” iken Anayasa’nın “kabulü”yle otomatikman “Cumhurbaşkanı seçilmesi”nden dem vuruyor. Belli ki Evren, mâlum “darbeci mantığı” sergiliyor. İhtilâlin “emir ve komuta zinciri altında yapıldığını” belirtip, “kanunsuz emirlere uyanların da suç işlemiş olacağını ve bu bakımdan bütün Silâhlı Kuvvetleri mensuplarının yargılanması gerektiğini” önermesi, bunun tipik bir misâli. Kısacası “darbe lideri”, dayattığı darbenin sorumluluğunu bile başkasının üzerine atıyor. Bizzat darbecilerin itirafıyla “ihtilâl ortamının olgunlaşması” için ülkedeki anarşi ve teröre seyirci kalmanın suç olduğunu gözardı ediyor. Resmî rakamlara göre beş bin, gerçekte on bini aşkın insanın öldürülmesinin, provokasyonların, tahrik ve tertiplerin ne denli büyük bir cinâyet olduğunu hesâba katmıyor. 600 bin insana yapılan insanlık dışı işkenceleri, hak gasplarını, özgürlüklerinin çiğnenmesini saymıyor… “YASA”YLA DARBE KOMEDİSİ… “Evet” demenin yasak olduğu, “hayır” diyenlerin derdest edildiği, ülkenin tek televizyonu TRT’de propagandasının yapıldığı “referandum” komedisini “hukukî” ve “yasal” görüyor. Dahası darbenin başlı başına bir cinâyet olduğunu görmezden geliyor. “11 Eylül günü akan kanın neden 12 Eylül günü durduğu”nun cevabını vermeden, darbe cinâyeti için “referandum” istiyor. “Oylama” ile kişinin ve toplumun hak ve hürriyetlerinin re’sen affedilemeyeceğinden habersiz! Hiçbir cinâyet, kıtal, işkence, haksızlık ve hak gasbı için “oylama” yapılmayacağını ya bilmiyor ya da “bilmezden gelmek” işine geliyor. Tıpkı, 12 Eylül ihtilâlinin “güven ortamı”nda, “Neden sağda iki partiye, solda bir partiye izin verdiniz?” sorusuna verdiği cevaptaki “cingözlük” gibi… “Netekim, sağda iki değil bir partiye izin verseydik, anayasayı değiştirecek çok büyük bir sayıyla Meclis’e girer güçlü bir iktidar olurdu. Solda iki partiyi seçime soksaydık, ikisi de kaybeder, Meclis’e bile giremezlerdi” deyip bunu bir “zekâ eseri” olarak lanse etmesi, “darbeci zihniyet”in işgüzârlığını bir defa daha ortaya koyuyor. Görünen o ki Evren, herkesi saf ve anlamaz, bir tek kendini ve “konsey üyesi arkadaşları”nı “açıkgöz” görüyor. Bir “darbeci” olarak millet irâdesinin temsilcisi Meclis’i lağveden, meşrû hükûmeti deviren darbeyi bağlı bulunduğu Anayasayı ilgâ eden “İç Hizmet Kanunu”ndaki “koruma ve kollama”ya dayandırması bunun göstergesi. Sahi hangi yasa, aykırı olmaması gereken Anayasa’yı toptan devre dışı bıraktırır, Meclis’i kapattırır, meşrû hükûmeti alaşağı eder; bunu düşünmüyor, düşünemiyor. Veya tecâhül-ü ârif yapıyor… Bu bakımdan, “Referandumda yargılanma kararı çıksın, intihar ederim” şantajı, anlamsız ve havada kalıyor… 09.07.2009 E-Posta: [email protected] |