Yasemin GÜLEÇYÜZ |
|
Soğuk, yüzeysel ve duygusuz… |
80’li yıllar hak ve özgürlükler açısından zor yıllardı. Başörtüsü konusunda da öyle. Malûm medya da aynen bugün olduğu gibi o dönemde de yangına adeta körükle giderdi. Haftalık dergilerde “araştırmacı gazeteci” sıfatıyla kadın gazeteciler aynen bugün olduğu gibi güya tesettüre bürünerek dindarlığıyla bilinen semtlerde dolaşır, nabız yoklarlardı. Bu semtlerin başında da Fatih-Çarşamba hattı gelirdi kuşkusuz. Sonrasında bire bin katıp yaşadıklarını ballandıra ballandıra anlatırlardı yazılarında. Tesettürlü resimleri de dergilerin kapağını süslerdi. Önyargılı, ard niyetli yaklaşımlarını anlatmaya gerek var mı? Uzaydan gelmişler gibi bu insanların yaşantısına yaklaşır, ne yerler ne içerler, nerelerden alış veriş ederler, nasıl giyinirler, evlerini nasıl döşerler…. aktarmaya çalışırlardı. Soğuk, uzak, yüzeysel, duygusuz… Gazeteci Ayşe Arman’ın bayatlamış araştırmacı gazetecilik maceraları bana o yılları hatırlattı. Başınıza bir örtü sarıverip, ona uygun bir kıyafet uydurdunuz mu, boyacı küpüne girip çıkmış gibi artık muhataplarınızı anlamamanız için hiçbir nedenin olmadığını sanıveriyorsunuz! Bu iş o kadar basit değil! Üniversitelerdeki başörtüsü yüzünden eğitim hakkından mahrum kalmış bir genç kızın yürek acısını anlamaya yetmez bunlar! Ülkesinde yasak yüzünden okuyamadığı için gurbet ellere okumaya giden kızların ve ailelerinin yaşadıklarını da anlamaktan uzaktır bu tavır! Azıcık empati, eskimez eskilerin tabiriyle diğergamlık çok mu bu ülkenin insanlarına?
Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu…
Günümüze uyarlanmış halleriyle şimdilerde izlenme rekorları kıran Reşat Nuri Güntekin’in, Halit Ziya Uşaklıgil’in ünlü eserleri… Bu dizilerin kimileri özellikle Arap ülkelerine satılmakta, oralarda da ilgiyle izlenmekte! (İlginç bir sosyolojik vak’a) Tanzimat sonrasında başlayıp Cumhuriyet öncesine uzayan süreçte Osmanlı toplumunun, ailesinin nasıl içten içe çürümeye başladığını o dönemin usta kalemlerinin eserlerinde çok net görmek mümkün. Kendi kültürünü küçümseyip Batıya her şeyiyle aşık insanlar, köşklerde evlâtlarının eğitimini tamamen Fransız mürebbiyelerine teslim eden asilzadeler, özentili hayatlar, israf, kadın meseleleri, aldananlar, aldatılanlar, Doğu ile Batı kültürü arasında bocalayıp duranlar, çöken hayatlar… İstiklâl Marşı şairi Mehmet Akif’in Safahat’ında topladığı şiirlerinde o dönemin fotoğrafını net olarak görmek mümkündür. Şair, Kur’ân ve Sünneti kendine örnek almış “Asım’ın nesli” olarak sunduğu formülle bu büyük problemin çözüleceğini anlatır o muhteşem dizelerinde! Batıyı teknoloji ve ilim noktasında klavuz alıp, kendi aslî kaynaklarımıza olanca gücümüzle sahip çıkmamız gerektiğini anlatır. Yalnız da değildir bu konuda. O dönemde Bediüzzaman Said Nursî, İzmirli İsmail Hakkı, Eşref Edib ve daha bir çokları aynı hakikati söylemektedir eserlerinde… Aslında Halit Ziya’nın, Reşat Nuri Güntekin’in eserleri sanki bugün yazılmış gibi. (Belki biraz dil farkı söz konusu.) Batı özentisi hayat hâlen tam gaz devam etmekte! Uçurumu fark edenler de, var güçleriyle aynen Mehmet Akif gibi uyarmaya çalışıp duruyorlar. İmtihan dünyası işte! 19.07.2009 E-Posta: [email protected] |