Ali OKTAY |
|
Aziz Üstadım ve iman ilmi ... |
Geçen Pazar günkü yazısında gazetemizin Genel Yayın Müdürü Kâzım Güleçyüz Bey “iman ilmi” konusunu kaleme almıştı. Kâzım Bey yazısına şöyle başlamıştı: “Nur hizmetinin ve Yeni Asya misyonunun çilekeş emektarlarından Eyüp Otman, Ali Oktay tarafından bestelenip seslendirildikten sonra nurlu kitlelere mal olan “Aziz Üstadım benim” şiirinin iki mısraındaki “İman ilmini verdin, Kur’ân’dan ders alarak” ifadeleriyle çok önemli bir noktayı vurguluyor.” Öncelikle Kâzım Bey gibi bir yazı ustası ve önemli bir kalemden böylesi bir tesbiti okumak bizim için fazlasıyla değerli ve mutluluk vericiydi. Bu şiir ve bestenin “Nurlu kitlelere mal olması” tesbitinin kabul görmesi, gerek şahsımı gerekse eminim Eyüp Otman Bey’i haddinden fazla mutlu edecektir. Eyüp Ağabey’in o şiiri hangi şartlarda yazdığını biliyorum. Şahsen, özü ve sözü ile inandığı gibi yaşayan, oldukça aktif, edebiyat ve müzikle ilgili Eyüp Bey’den de başka bir şey beklemek mümkün olmazdı her halde. Gerek 1997’de yaptığımız “Hazan Yağmuru” gerekse 2004 yılında çıkardığımız “Aşk mıdır ki” albümümüzün aranjörü, değerli müzisyen ve dost insan Günay Uysal, geçen sene konser için gittiği Avustralya’da bu bestenin çalınıp sevildiğini görünce ne kadar heyecanlanıp mutlu olduğunu, o bestenin aranjesini—düzenlemesini—kendisinin yaptığını oradaki kişilere söylediğini, büyük bir coşku içinde benimle paylaşmıştı. 1994 yılında henüz amatör bir genç müzik heveslisinin nağmelere dökmeye çalıştığı bu şiirin taşıdığı anlam elbette çok değerli. Zira Üstâd Hazretlerini anlatmak şiirlere, bestelere, romanlara sığacak gibi değildir.
Cami musikîsi...
Müzik konuşmalarında zaman zaman geçen bu tabiri ileriki yazılarımızda daha detaylı anlatmak üzere şimdilik kısaca izah etmeye çalışalım dilerseniz. Camilerde yapılan ibadetler içinde ya da dışında, kendine özgü şekil ve usûlde yalnız okunmak için bestelenen, belli bir üslûpla ve bazen de, o anda özel olarak bestelenen ritimli eserlerdir. Bu musikîde hiçbir müzik âleti kullanılmaz, kullanılan tek araç insanın kendi sesidir, gırtlağıdır. Bu türe giren başlıca formlar şunlardır: Ezan ve Salâ, Salat, Kıraat, Münacaat (Allah’a yalvarış), Na’t (Peygamberimizi övme), Mevlid, Mi'raciye (Mi'rac’ı anlatan şiirler), Temcid (Allah’ın büyüklüğünü anlatan besteler) ve ilâhî.
Musikî mi, müzik mi?
Aslında kullanılan her iki kelime de aynı anlamı karşılıyor. Bu nağme san'atının adının çıktığı yer Yunancadır. Mousa diye yazılan ve Musa diye okunan kelime Yunanca’da peri mânâsına geliyor. Sonlarına gelen -ike takısı ise, yanına geldiği sözcüğe aidiyet anlamı katıyor. “Musa”ya eklenen -ike takısı ‘perice, perilerin konuştuğu dil’ gibi anlamlar taşır. Bu durumda musikîye ‘meleklerin dili’ demek yanlış olmaz. Bazı ülkeler bakınız nasıl kullanıyor bu sözcüğü; İtalyanlar ve İspanyollar musica, Fransızlar musique, İngilizler music, Araplar el muğ-sikıy derler. Türkler Fransızcadaki okunuşunu alarak müzik dediler. Osmanlıda, ilm-i şerif sıfatını da kullanarak, bu kavrama daha nezih bir yer temin edilmiş oldu. Müziğe bir tanım getiren merhum Cinuçen Tanrıkorur “Seslerin bilimi değil, san'atıdır” der. Müzik mi, musikî mi ayrımı açısından ise, her iki ifadenin de bir arada kullanılabilmesinin bir mahzuru olmadığını ifade eder. Yani müzik kelimesini kullanınca modern kafa yapısına sahip olduğumuz anlaşılamayacağı gibi, musikî dediğimizde de klâsik zihniyetteyiz anlamı çıkarılmamalı.
BİR BESTE / Aşka Merakım Ezelden / Söz - Beste: Zekai Tunca
Aşka merakım ezelden Sen güzel bir bahaneydin Mahrum değildim güzelden Ben sende sevmeyi sevdim.
Sevenimden zerresini Esirgedim sevgimi Sana sundum gani gani Ben sende sevgiyi sevdim. Bir daha sevemiyorum Bahane bulamıyorum Kendimi kandırıyorum aslında Ben sende Yaranı sevdim.
Sevdayı besleyen hasret Haddi aşar olur külfet Sabrı mahduttur nihayet Ben sana ermeyi sevdim. 16.07.2009 E-Posta: alioktay@alioktay. net |