Hüseyin GÜLTEKİN |
|
İntisabın getirdiği sorumluluklar |
Bilindiği üzere, her insan şahsî görüş ve düşüncelerinde sonuna kadar serbesttir. Kendisine ait fikir ve düşüncelerini hiçbir engele takılmadan istediği şekilde konuşur, yazar, neşredebilir. Başkalarının görüş ve düşüncelerine saygılı olmak kaydıyla, çeşitli vasıtaları kullanarak, şahsî görüşlerini her zemin ve mekânda ifade etme hakkına sahiptir. Fikir hürriyeti dediğimiz şey de, bu olsa gerek. Kanunların güvencesi altında olan kendini ifade etme hakkını, demokrasinin hükümfermâ olduğu ülkelerde hiçbir kimse veya kurum engelleyemez, kayıt altına alamaz. Bir nev'î malûmu ilâm kabilinden olan şu söylediklerimizin ötesinde, eğer insanlar bir grubun veya cemaatin mensubu olarak söz söylemek konumunda ise, işte o zaman durum değişiklik arz eder. Böyle bir durumda, kişiler şahsî görüş ve düşüncelerini bir kenara koyup; gönül rızasıyla bağlı bulunmayı kabul ettikleri grubun veya müntesibi bulundukları cemaatin görüş ve düşüncelerini nazara verip, o yönde bir duruş ve tavır sergilemeleri gerekir. Kendisine ait görüş ve düşüncelerinde sonuna kadar hür ve serbest olan kişi veya kişiler, müntesibi oldukları cemaatin veya üyesi oldukları grubun görüş ve düşüncelerini ifade ederken, o grubun veya cemaatin prensip ve düsturlarını göz önünde bulundurmaları—etik olarak da—bir zorunluluktur. Yazımızın başından buraya kadar söylediklerimizi müşahhaslaştırmak için sözü “Nur Talebeliği”ne getirmek istiyorum. Bugün itibariyle Türkiye’de ve dünyanın bir çok ülkesinde milyonlarca müntesibi bulunan bu mümtaz ve şerefli camiâ, mânevî sahada çok büyük hizmetlerde bulunan, yaptığı hizmetlerle dosta da düşmana da sesini güçlü bir şekilde duyuran, dünya çapında etkili ve geniş kapsamlı bir ekoldür. Böyle bir camianın mensubu olmak, elbette büyük bir şeref ve önemli bir fırsattır. İki dünyamızın huzur ve saadetini netice verecek bu önemli fırsatı, en iyi şekilde değerlendirmek de aklın yoludur. İstifademize sunulan Nur eserlerinden en üst düzeyde faydalanmak da, başta dünya ve âhiretlerini düşünen basiretli insanların işi olsa gerek. Evvelâ kendimize ait fikir ve düşüncelerimizden sıyrılıp, zaaflarımızı bir kenara koyup, bütün mevcudiyetimizle Bediüzzaman’a kulak vermek, eserlerdeki hak ve hakikatlere muhatap olmak, zikredilen prensip ve düsturlara harfiyyen uymanın gayretinde olmak... Kesinlikle hakikatlere perde olmamak... Oradaki hak ve hakikatleri rencide edecek, onlara nakise getirecek söz, hâl ve tavırlardan şiddetle kaçınmak... Yorum ve te’villerimizin, o büyük Üstadın vermek istediği mesajlara uygunluğu noktasında kılı kırk yarmalı, lüzumsuz ve anlatılmak istenene perde olacak tarif, izah ve tafsilâta girilmemeli. Eserleri doğru okuyup, doğru anlama ve doğru hayata geçirme noktasında ince eleyip sık dokumalı... Ağzımızdan çıkanları, hâl ve davranışlarımız tamamlamalı. Yoksa söylediklerimiz havada kalır, hemen hiçbir faaliyeti ve inandırıcılığı olmaz. Hüve hüvesine Bediüzzaman’ı anlamak, onun fikir ve düşüncelerine muttalî olmak ve onları yaşantımıza taşımak elbette kolay değil. Ama en azından onun aizm ve gayretinde olmak, her müntesibin öncelikli gayesi olmalıdır. Bu noktada işi ciddiye almamak, bilerek veya bilmeyerek yanlış veya eksik anlamalara ve anlaşılmalara sebebiyet verebilir ki, bu da bizi mânen mes’ul kılar. 19.07.2009 E-Posta: [email protected] |