Röportaj |
SÜLEYMAN AKKIN |
Yeni Asya, Risâle-i Nur’un tanınmasına vesile oldu |
Mİ’RAC KANDİLİ SABAHI HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞAN 40 YILLIK OKURLARIMIZDAN, EMEKLİ MİLLÎ EĞİTİM MÜDÜRÜ MEHMET KILIÇOĞLU YENİ ASYA İÇİN ŞÖYLE DEMİŞTİ: Yeni Asya gazetesini tanımak ya da Risâle-i Nurlardan haberdar olmak hayatınızın hangi döneminde gerçekleşti ve ne gibi değişimler oluştu, bahseder misiniz?
Malatya Ziraat Lisesinde öğrenci iken 1969 yılında Bekir Haspolat isimli bir arkadaşım bana ‘Minyeli Abdullah’ romanını verdi. Kitabı kısa sürede okudum çok etkilendim. Kitabı nereden aldığını sordum. Ağabeyinin Kayseri İslâm Enstitüsünde okuduğunu ve kendisine okuması için verdiğini söyledi. 1970 yılında mezun olup göreve başladım. Daha önceleri ara sıra namaz kılmama rağmen memuriyetimde düzenli ve aksatmadan namazımı kılmaya başladım. Dairemizde Maraşlı Ahmet Bey isminde bir arkadaş vardı. Onun yaşayışı diğer Müslümanlara benzemiyordu. Dinî yaşayışında tavizsiz, kararlı bir duruşu ve savunması vardı. Daha sonra onun Risâle-i Nur Talebesi olduğunu öğrendim. Memuriyet hizmetimin daha bir yılı dolmadan Şubat 1971 yılında Eskişehir Eğitim Enstitüsüne kaydoldum. Aynı yılın Temmuz ayında Yozgat ilinde bir aylık okul stajı yaptım. Staj süresinde kurumda görevli Ali Özer ismindeki bir topoğrafyacı ile sohbet ederken, Bediüzzaman Said Nursî’nin ilmî dehası ve mütefekkir kişiliği ile ilgili bilgiler aktardı. Daha sonra bana kırtasiye dükkânlarının olduğunu, kardeşi Bünyamin’in de Kayseri İslâm Enstitüsünde okuduğunu, Cumartesi günleri uğrayabileceğimi söyledi. Kırtasiye dükkânına gittim. Kardeşini bulamadım. Dükkânda tek bir gazete vardı. Yeni Asya. Gazeteyi aldım. Bir çay bahçesine oturdum. Uzun bir süre okudum. Her hafta şehre geldiğimde Yeni Asya Gazetesini alıp okuyordum. Staj bitiminde memlekete döndüm. Gazete ile irtibatım kesildi. Aynı yılın sonbaharında tatil bitimi eğitime döndüm. 2-3 ay sonra Kasım-Aralık 1971 yılında yurttaki Ömer Faruk ismindeki bir arkadaşımın odasına sohbet etmek üzere gittim. O gece mübarek bir geceydi. Bazı dinî konularda karşılıklı konuşurken gardolabın üzerinde kalın kırmızı bir kitap gözüme ilişti. Kitabı aldım. Üzerinde ‘Sözler’ yazıyordu. Müellifi Bediüzzaman Said Nursî ismini gördüm. Bu isim bana Yozgat’taki Ali Bey’i hatırlattı. Merakım daha da arttı. Arkadaşa bazı sorular sordum. Nurcuları tanımak istiyordum. Bana kısa kısa bilgiler verdi. İstersem beraber sohbetlere gidebileceğimizi söyledi. Ben de derhal kabul ettim. İki gün sonra ilk sohbete gittim. Bir kişi kitap okuyor, herkes sessizce dinliyordu. Okunanlardan pek bir şey anlamıyordum. Ancak cemaatteki manevî hava beni çok etkilemişti. Okuma bittikten sonra şahsî tanışma ve sohbetler yapılmaya başlandı. O samimî muhabbet ve sıcak ilgi çok hoşuma gitti. Dönüşte arkadaşa devamlı bu sohbetlere gelebileceğimi, beni almadan gitmemesi gerektiğini söyledim. Yarı yıl tatiline kadar her hafta 2-3 gün olmak üzere bu sohbetlere katıldım. Bu arada bırakmış olduğum beş vakit namazıma yeniden başladım. Bazı küçük risâleleri alarak okumaya başladım. Ara sıra yüksek okul öğrencilerinin kaldığı eve gidiyordum. Oradaki arkadaşlara yurttan çıkıp onlarla kalmak istediğimi ifade ettim. Onlar da bana olumlu cevap verdiler. ‘Yarı yıl tatilinden sonra eşyalarını alıp gelebilirsin’ dediler. Memlekete gittim. Gece geç vakitte eve girdim. Rahmetli annem, “yoldan geldin, yorgunsundur yatağını hazırladım, hemen yat“ dedi. Ben de “yatsı namazını kılayım da yatarım” dedim. Annem hayret etti ve çok sevindi. Çünkü ben bir yıla yakındır namazımı terk etmiştim. Sadece Cuma namazlarını devamlı kılıyordum. Annem bu durumdan çok memnun oldu. Sabahleyin durumu açıkladım. Çantamda Risâle-i Nurları çıkarttım. Bu kitapları okuduğumu, böyle bir nezih cemaatle tanıştığımı, onların sohbetlerine katıldığımı söyledim. Babam korktu. Benim tahsil hayatıma bir zarar gelir endişesiyle “Oğlum sen bu kitapları oku, ancak onların yanlarına gitme, baskın olur tahsil hayatın biter” dedi. Rahmetli annem, “Allah’ın izniyle bir şey olmaz” dedi. Bu söz bana bir kuvve-i maneviye oldu. Anneme ‘Büyük Cevşen’i verdim. Okudu, çok hoşuna gitti. Vefatına kadar devamlı okudu. Babam eşyalarımla beni göndermedi. Ben de kendisine “sana 3 ay mühlet, kitapları oku, eğer İslâmiyete aykırı bir şey bulursan bana yaz dedim. Olumsuz bir şey bulamazsan bana yaz, ben de o arkadaşlarla kalmaya devam edeyim” dedim. Memleketten ayrıldım. Risâle-i Nurlar bana İslâmiyeti yaşamanın ne kadar önemli olduğu hakkında kesin bir kanaat verdi. İlk tanıdığım günden itibaren ibadetlerimi İnşallah eksiksiz olarak yerine getirmeye çalıştım. Ahir ömrümüze kadar da aynı şekilde devam etmeyi Rabbimizden diliyoruz.
Açıklamalarınızın bir yerinde Risâle-i Nurlardan babanızın bilgisi olduğunu, ama endişe ettiğinden size ‘uzak dur’ dediğini öğreniyoruz. Bunun üzerine babanızla dönemsel bir anlaşma yaptığınızı belirttiniz. Bu olayı anlatır mısınız?
Eskişehir’e geldiğimde durumu arkadaşlara anlattım. 3-4 ay sonra gelebileceğimi, babamla yaptığım anlaşmayı ifade ettim. Oradaki vakıf ağabey dedi ki, “Sen bülûğ çağını geçtin bu konulardaki kararı kendin vermelisin. Asr-ı Saadetten örnekler verdi. Müşriklerin çocuklarının ailelerini dinlemeyerek Müslüman olduklarını söyledi. “Eğer sen istiyorsan gelebilirsin, eğer arzu etmiyorsan gelmezsin“ dedi. Ben gelmek istediğimi ancak orada kalabilecek eşyalarımı alabilecek yeterli paramın olmadığını ifade ettim. Onlar da bana “Biz sana eşyalarını alalım, sen bize daha sonra ödersin” dediler. Ben de kabul ettim. Somya, yatak, yastık, battaniye gibi eşyaları aldık, eve yerleştik. Ben borcumu perderpey birkaç ayda ödedim. Babamdan 3-4 ay içinde olumlu veya olumsuz bir cevap gelmediğinden, ben de kendisine durumu izah ederek eve taşındığımı ve yeni adresimi bildirerek mektuplarımı bu adrese göndermelerini bildirdim. Mezun olana kadar o arkadaşlarla birlikte kaldım. Yeni Asya gazetesini Yozgat’ta alıp, okuyup tanımama rağmen, Risâle-i Nurlarla ilintisini bilmiyordum. 1972 Şubat’ında arkadaşlarla aynı evde kalmaya başlayınca, eve Yeni Asya Gazetesi alındığı için Yeni Asya’nın Nurcuların gazetesi olduğunu anladım. Öğretmenliğimin ilk yıllarından bu güne kadar Yeni Asya Gazetesini okuyorum.
Risâle-i Nurlarla ilgili unutamadığınız bir hatıranızı sohbetimizin konusu eder misiniz?
12 Mart Muhtırası verilmiş, sıkıyönetim devam ediyordu. Okulumuzda mescit yoktu. Ben de Risâle-i Nurları yeni tanımıştım. Okulun girişindeki danışmanın arka bölümüne hasır sererek orayı mescit yaptık. Orada üç arkadaş okulda olduğumuz sürede namazlarımızı kılıyorduk. Hiç kimse bize engel olmadı. Ne idareden, ne de diğer görevlilerden. Çünkü Cenâb-ı Hakk’ın inayeti altındaydık. Cuma namazları bazen ders saatlerine denk gelmesine rağmen ben derse girmezdim. Namaza giderdim. Hiçbir defa bana bu konuda yazılı veya sözlü bir işlem yapılmadı. Edebiyat dersi sözlü sınavında Risâle-i Nurdan “Aklın ziyası fünunu medeniyedir, vicdanın nuru ulum-u diniyedir. Bu ikisinin imtizacından hakikat tecelli eder. Talebenin himmeti pervaz eder. Bunlar iftirak ettikleri zaman birincisinden hile ve şüphe, ikincisinden taassup tevellüd eder” cümlesini okuduğum zaman hocalar hayret ifadeleri ile “Sen bu sözü açıkla ve çık” dediler. Hocaların ikisi de Osmanlıca bilen yaşlı hocalardı. Birbirlerine “sultanım, üstadım“ gibi ifadelerle hitap ediyorlardı. Bu vecizeyi açıkladıktan sonra sınavdan çıktık, orada gördüm ki, Risâle-i Nur herkese kendini kabul ettiriyor. Aynı yılın yaz tatilinde arkadaşlarla birlikte Türkiye’nin değişik yörelerinde Risâle-i Nur Talebeleri ile tanışmak, hizmetlerle ilgili gelişmeleri görmek için Eskişehir’den bir minibüs tutarak 15 günlük bir seyahat gerçekleştirdik. O seyahatten aldığım zevki ve şevki hiç unutamıyorum. Eskişehirden; Manisa, Demirci, Isparta, Antalya, Gaziantep, Diyarbakır, Elazığ, Malatya illerini gezerek her ilde duruma göre bir veya iki gün misafir kalarak Eskişehir’e döndük. Gittiğimiz illerde hem tarihî ve turistik yerleri gezdik, hem sohbetlere iştirak ettik. Hem de o yerlerdeki hizmetleri görerek şevk ve heyecanımızı arttırmış olduk.
Risâle-i Nur dairesinde olanların Allah’ın koruması altında olduğunu söylediniz. Bu ne demek, açıklar mısınız?
Bu cemaatte bulunduğum uzun yıllar içerisinde 19 yıl idarecilikte bulundum. Bunun on yılı üst düzey yöneticilikte geçti. Hiçbir zaman inancıma ve yaşayışıma ters bir duruma mecbur bırakılmadım. Cumhuriyet balolarına, kokteyllerine katılmadım. Ev sahibi bulunduğum konumlarda bile eşimi götürmedim. Hiçbir üst amirimden şifai dahi olsa hiçbir uyarı almadım. Yalnız önceden tavrımı ifade ederdim. Herkes de saygı duyardı. Burada asıl sebep hıfz-ı İlâhî ile inayeti Rabbaniyedir. Bir tavrıma menfi yapılı insanlar hiçbir tepki göstermiyor, size karşı tavır almıyorlarsa, burada bir hikmet vardır. İlk öğretmenlik yıllarımda öğrencilerime Yeni Asya Yayınlarından çok miktarda verirdim. Diğer öğretmenler de bunları bildikleri halde olumsuz hiçbir tepki ile karşılaşmadım.
Yeni Asya gazetesinin eğitime katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?
Yeni Asya Gazetesi, hem gazete olarak, hem de yayınladığı kitaplar olarak eğitim hayatımıza şu katkılarda bulunmuştur. a- Risâle-i Nurların tanınmasına, kamuoyunda bilinmesine vesile olmuştur. b- Neşriyatları ile gençlere okuma alışkanlığı kazandırmış, olumlu yönde yetişmelerine katkı sağlamıştır. c- İlim teknik, ilahiyat serileri ile vermiş olduğu promosyonlarla ihtiyaç duyulan değişik konularda insanların bilgilenmesine katkı sağlamıştır. d- Köprü, Bizim Aile, Genç Yaklaşım ve Can Kardeş dergileri ile eğitime katkısı devam etmektedir.
Yeni Asya’nın Türk basınındaki yeri ve etkisi nedir?
Yeni Asya Gazetesi Türk basınında örnek ve müstesna bir gazetedir. Haktan, hukuktan, adaletten, doğruluktan ve demokrasiden ayrılmamanın, baskıya şantaja, zulme boyun eğmemenin kırk yıllık uygulayıcısı olmuş, hukuk mücadelesi içinde yalana ve iftiraya tevessül etmeden dimdik ayakta durarak bütün basın camiasına canlı bir örnek olmuştur.
(Yeni Asya, 12 Nisan 2009) |
SÜLEYMAN AKKIN / [email protected] 26.07.2009 |