Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Ana-baba haksız da olsa, rızası alınmalı |
Anne-baba hukukunun önemini; her halûkârda onlara itaatin ehemmiyetini; hangi sebeple olursa olsun onları kırıp, rencide etmenin yasak olduğunu; onların rızalarını ve memnuniyetlerini tahsil etmenin farz-ı ayn olduğunu hemen hemen bilmeyenimiz yok gibi... Evlât için Allah'ın rızasının anne-babanın rızasından geçtiğini; dünya ve ahiret, huzur ve saadetinin tılsımlı anahtarının anne-babanın elinde olduğunu; ebeveyni incitip rencide etmenin Yüce Allah'ı ve sevgili Resulünü incitme anlamına geldiğini; anne-babayı şu veya bu şekilde rencide edenlerin her iki dünyasının da tehlikeye gireceğini de her evlâdın bilmesi gerektiğini zannediyorum. "Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlık çağına erişecek olursa, onlara sakın 'öf' bile deme (İsra Sûresi: 23)" âyetindeki açık ve kesin emr-i İlâhi'yi tekraren izaha gerek var mı? bilemiyorum. Özellikle buradaki "öf bile deme" ifadesindeki ihtar ve ikazını ciddiye almamanın getireceği sonucu her evlâdın göz ardı edeceğini tahmin ediyorum. Bu âyet-i Kerime muvacehesinde Bediüzzaman'ın "... Kur'ân nazarında validemin hukukları ne kadar ehemmiyetli ve ukukları ne derece çirkin olduğunu gösterir" yorumunu dikkate almakta fayda var. Sebeb-i vücudumuz olan anne-babaya şefkat ve merhametin sebep ve nedenlerini saymakla elbette bitiremeyiz. Anne karnında iken ölünceye kadar evlâdı için her zahmeti ve meşakkati göze alan, her fedakârlığa zevkle ve şevkle katlanan ve bütün bunları hiçbir karşılık beklemeden yapmayı vazife bilen anne-babanın bu akıl almaz fedakârlığını daha henüz anne-baba olma makamına erişemeyen bir çok genç bilemez. Bir yönü ile anne-babanın bu hali fıtrî bir haldir. Sonradan kazanılmış ve elde edilmiş bir durum değildir. Bu meyan da Efendimizin (a.s.m); "Allah'ın rızası, babanın rızasını kazanmaktadır. Allah'ın gazabı da babayı kızdırmaktadır" sözü ile evlât üzerinde baba hukukunun önemini göz önünde bulundurmak gerekir. Gerçek ve doğru olan şudur ki; her evlât hiçbir özür beyan etmeden, haklı veya haksız hiçbir sebep öne sürmeden anne ve babanın rızasını tahsil etmenin gayretinde olmakla vazifelidir. Bu yolda azamî şefkatini ve merhametini esirgememelidir. Ve bütün bunları yaparken de hiçbir karşılık beklemeden, Allah için Lillah için yapmalıdır. Yaptıklarını Allah için yaptığının delilini de Bediüzzaman şöyle tesbit ediyor: "Onlar ihtiyar oldukları ve sana hiçbir faydaları kalmadığı ve seni zahmet ve meşakkate attıkları zaman daha ziyade muhabbet ve merhamet ve şefkat etmektir. (Sözler, S: 583) Demek oluyor ki anne babayı sevmenin, onlara saygı duymanın ölçüsü, onları Allah için sevdiğimizin delili bizlere ev, araba aldıkları için veya her türlü maddî ihtiyaçlarımızı gördükleri için değil, tam aksine bize hiçbir faydaları dokunmadığı zaman, daha da ötesi ihtiyarladıklarında, hasta olduklarında, bakıma muhtaç olduklarında, isteyerek, yüksünmeden onların yardımına koşuyorsak, onlara şefkat ve merhametle yaklaşıyorsak, işte o zaman gerçek mânâda onları Allah için sevip sayıyoruz demektir. Bilhassa gençler tarafından yanlış anlaşılan bir durum anneler ne ise de babalarının kendilerine haksızlık ettiklerini, hatta kendilerini sevmediklerini, bu yüzden aralarında anlaşmazlıkların vukua geldiklerini söylemeleri oluyor. Kayıtsız şartsız hemen her babanın evlâtlarını sevdiklerini, bunun fıtratın bir gereği olduğunu söylediğimizde, tatmin olmayıp itirazlarda bulunduklarını görüyoruz. Konu ile alâkalı olarak bakın Bediüzzaman neler söylüyor: "Madem peder kimseyi değil yalnız veledinin kendinden daha ziyade iyi olmasını ister; ona mukabil veled dahi pedere karşı hak dâvâ edemez. Demek valideyn ve veled ortasında fıtraten sebeb-i münâkaşa yok. Zira münakaşa, ya gıpta ve hasedden gelir--pederde oğluna karşı o yok--veya münakaşa haksızlıktan gelir. Veledin hakkı yoktur ki pederine karşı hak dâvâ etsin. Pederini haksız görse de ona isyan edemez. Demek, pederine isyan eden ve onu rencide eden, insan bozması bir canavardır. (Sözler, S: 583) 26.07.2009 E-Posta: [email protected] |