Hüseyin EREN |
|
Yazda yazmak |
Yazı yitiriyoruz, farkında olmadan, nasıl geçtiğini bilemeden, doyasıya içimize çekemeden… Çekip gidiyor dünyamızdan başka dünyalarda merhaba demek için, yeni başlangıçlar yeni dirilişler için doğacak gittiği yerlerde… Sonbaharın soluk renklerini solumak için az zaman kaldı, “an” da alıp verdiğimiz nefeslerle kaç gün eskittik kaç mevsim savurduk… Durup dinlenmedi zaman, önüne kattığını süpürdü; kimini topladı, kimini dağıttı, kimini sevindirdi kimini hüzünlere boğdu, kimini güldürdü kimini ağlattı, bazen de hepsini birden yaşattı bir “an”da ve bütün bir ömrü bir “an”a akıtarak… İki nefes arasında bir solukluk ömürde kaç sonsuzluk çekirdeğini çürüttük, zamanı “zaman”sız kullanarak… Geçip giden günlere ah çekiyoruz, ne zaman geçti, ne zaman büyüdü, ne zaman öldü hayıflanmalarıyla, adsız zamanlar ülkesine dörtnala koştururken… Küçük sevinçler, küçük kederlerde boğulmuşuz, başımızı kaldırıp etrafın genişliğini, ufkun büyüklüğünü, güzelliğin derecelerini göremiyoruz, zamana hamlederek ham geçiriyoruz kıymet biçilmez zamanları… Zamanın aklı, şuuru, hayatı var mı? Onun değerini akıl edip şuurlucana kullanmak, hayatı her rengiyle soluyarak yaşamak… Aklını kalbiyle birlikte şuurlucana kullanamayanlara zaman ne yapsın, kaç asır geçse bir andır öyleler için, kullananlar içinse bir “an” içinde kaç saklı zaman hazinesi vardır… Göreceli, değişken, dairesel, devinimlidir zaman; vakit be vakit her dem aktığı yere, yöne şekiller verir kaderden aldığı emirle… Doğmakla ölmek arasındaki ömür döngüsü, onun elleriyle taşınır zaman öncesinden zaman sonrasına… Ne zaman geçti deyip geriye hayret ve hayıfla bakmak yerine, ne gelecek, nereye gidiyoruzla geleceğe heyecan duyarak ânı yoğurmak, zamanı meyvedar ve bereketli kılar… Geçmiş geçmişse geleceğe daha güçlü hazırlanmak, hazır zamanı heder etmemekle olacaktır; bu yapılmıyorsa olanlar o zaman olacak, çürüyen an çekirdekleri zamanın çöplüğüne atılacak… Yaz, yazgısında yazılanları yaşadı, yitik hüzün olarak dökülüyor ömrü önümüze… Kaç yaz kaldı yaşayacağımız bilemeden Sonbahara bilenmeye başladık bile… Güneş rengi yapraklar ağır ağır çıktığımız merdivenlerden hızla dökülürken, zaman rüzgârı onları zamansız mevsimlere savuruyor… Yaz yazdıklarını yazdı, sıra sırasıyla gelen diğer mevsimlerde; zamanı gelen zamana hükmünü verecek, rengini dokuyacak mekân üstüne… Zamansız mekânlar, mekânsız zamanlar çok yakın; zamanın az ötesinde, az berisinde… Az kalan yazda güzel şeyler devşirmeye hâlâ zaman var, ömrün Sonbaharı gelmeden ölüm kışı kapıya dayanmadan… Zaman yazıyor, kalemi tutan kader, bizse irademizle güzel şeyler yazmak için yaratılmışız… Ne yapsak, zaman zaman günlüklerimizi okusak mı? 29.08.2009 E-Posta: [email protected] |
Önceki Yazıları (12.05.2009) - Pencereyi değiştirmek (05.05.2009) - Ruhaniyetli sayfalar (14.04.2009) - Doyumsuz boşluk (24.03.2009) - Âsımları izlemek (17.03.2009) - Seçim gevezeliği |