Mehmet KARA |
|
Açılımda unutulmaması gereken |
Meclis’in tatilde olduğu bir dönemde, hükümet tarafından “Kürt açılımı” olarak başlatılan, peşinden de Demokratik Açılım’a dönüşen, Başbakan’ın “Millî Birlik Projesi” diye adlandırdığı “açılım” Türkiye’nin gündemini belirliyor. Gözler konunun koordinatörlüğünü yürüten İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın temaslarında. Atalay, Meclis içindeki iki muhalefet partisi hariç partiler ve meclis dışı partiler başta olmak üzere, şehit yakınları, sivil toplum kuruluşları ile görüşüyor. Bakan pek konuşmayı tercih etmezken, karşı tarafı dinlemekle yetiniyor, notlar alıyor. Şimdiye kadar yaptığı görüşmelerle ilgili, önce Genelkurmay Başkanı, sonrasında Cumhurbaşkanına bilgi verdi. Bu bilgilendirmelerin ardından da mesele Millî Güvenlik Kurulu’nda görüşüldü. Oradan da çıkan karar “açılıma devam” yönünde olunca, Atalay görüşmelerine devam ediyor. Sorunun ismi ne olursa olsun, artık birçok kesim bölgede bir sorunun olduğu konusunda hemfikir. Bu sorunun ekonomik, kültürel, siyasî birçok ayağı var. Bu sorunun tartışılmasında ve çözüme kavuşturulmasında CHP ve MHP “milliyetçi ve ulusalcı” söylemleri nedeniyle içinde yer almıyorlar. CHP’nin tutumu biraz daha farklı görünse de aynı noktada birleşiyorlar. Başbakan Erdoğan, liderleri ziyaret etse, belki de–en azından CHP kanadında–kapılar kapanmayabilir. Burada Cumhurbaşkanı Gül’e de görev düşüyor. Liderler zirvesi yapılabileceğini açıklasa da şu anda somut bir adım yok. Liderler arasındaki restleşme daha ileri boyutlara veya dönülmez noktaya gelmeden önce bu zirve gerçekleştirilirse sorunun çözümü daha fazla katkı sağlanacaktır. Burada, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sert ve suçlayıcı tutumunun, hatta görüşmek için kapıları kapatmasının meselenin çözümüne katkı sağlamayacağı kesin. Bahçeli’nin bu sert çıkışlarına aynı sertlikle cevap veren Erdoğan’ın tutumu da bu anlamda değerlendirilebilir. Mesele zaman zaman bir konuya düşürülmeye çalışılsa da, bu sorunun çözümü bir çok sorunun da köklü çözümüne bağlı. Meselâ, meseleyi sadece değiştirilen köy isimlerine indirgemek meseleyi çözümsüzlüğe itmek olacaktır. Muhakkak ki, bu önemli bir konu, ancak meseleyi sadece bir konuya endekslemek meselenin çözümüne yardımcı olmaz. Yılsonuna kadar bitirilmesi düşünülen demokratik açılımın neticeye ulaştırılması gerekiyor. Bu yapılmazsa, daha uzun süre mesele Türkiye’nin gündemine getirilemez ve sorun daha uzun yıllar devam eder. Bu yüzden adımların dikkatli ve sağlıklı atılması zarureti var. Bu arada, bir konuya da dikkat çekmek istiyorum. Erdoğan, demokratik açılım paketinde anayasa değişiklikleri olup olmayacağı yönündeki soruya, “O tür şeyler de var, ama biz tabiî mümkün olduğunca kolayı seçeceğiz. Mümkün olduğunca birinci derecede tabiî, kısa, orta, uzun derken uygulanabilirden işe başlayacağız. Engeller olmayacak, çünkü her şey biliyorsunuz kanunlar ve anayasa değişikliğiyle olmuyor, ama uygulanabilirliği olanlar neyse bunlardan işe başlamamız lâzım” cevabını veriyor. Ancak anayasa değişikliğinin şimdiden yapılamayacağının gösterilmesi doğru olmayacaktır. Çünkü, en büyük açılım şüphesiz ki, sivil ve özgürlükçü bir anayasa olacaktır. Köklü çözüm de bu şekilde olur. Bizce çözümün temeli de buradadır. Bu yüzden de şimdiden “anayasa değişikliği yapılamıyor” demek, meseleyi bir bakıma daha baştan taca atmak anlamına gelir. ATALAY’IN DİKKATİNE… Demokratik açılım için kurulan “devlet kadrosu”nda Dışişleri, Adalet, MİT, Jandarma ile birlikte Diyanet’ten görevlilerin olduğu gazete haberlerinde yer aldı. Peki, bu yeterli mi? 25 Temmuz 2009 tarihinde yazdığımız yazımızda konuyla ilgili, soruna çözüm aranırken “din unsuru”nun unutulmaması gerektiğini yazmış ve şöyle demiştik: “Güneydoğu sorunu konuşulurken, başvurulacak en önemli kaynak Risâle-i Nur’dur. Bediüzzaman bu mesele karşısındaki çözüm teklifleri dikkate alınmadan çözümün bir ayağı hep eksik kalır. Çünkü Bediüzzaman bu sorunu 100 yıl önce görmüş ve “çareleri”ni de açıklamıştır. Bediüzzaman önce üç problemi ortaya koymuş. Bunları “cehalet, zarûret (fakirlik) ve ihtilâf (ayrılık)” olarak açıklamış, çaresini ise “san’at, mârifet (ilim) ve ittifak (birlik ve beraberlik)” olarak saymıştır. Bu meselenin çözümü noktasında da özellikle eğitim meselesi üzerinde durmuş, Diyarbakır, Bitlis ve Van gibi merkezlerde Medresetü’z-Zehra adıyla bir üniversitenin kurulması için büyük çaba göstermiştir. İşte çözümün anahtarı da budur…” Koordinatör Bakan Atalay birçok kişiyle meseleyi konuştu, ama sorunun çözümünün bu önemli ayağına dönük bir görüşme yapmadı. Bir kez daha hatırlatmış olalım… 23.08.2009 E-Posta: [email protected] |