Ahmet ÖZDEMİR |
|
‘Isparta kahramanlarına arkadaş olmak’ |
Nurlu mekânlardan Nur Menzillerine (4) Yıllar önce bir kış günü kesilen masum çam ve katran ağaçlarının hazin hallerine bir kere daha gözlerimizle şahit olmuştuk. Yaralarımız tekrar açıldı. Çocukların “Niçin?”, “Neden?” ve “Nasıl?” sorularıyla karşılaştık. Soruların cevaplarını vermekte doğrusu çok zorlandım. Özellikle bu ağaçların seçilmelerinin amacı ne olabilirdi? Buraya gelen ziyaretçiler ağaçlardan bir medet mi umuyorlardı? Daha önce defalarca gittim, ama ağaçlara çaput bağlamak bir yana öpenlere bile rastlamadım. Çünkü Bediüzzaman, hayatı boyunca—Osman Yüksel’in dediği gibi—putlara ve putperestliğe hep düşmandı. O, bir kış mevsimi kara yolunun dahi olmadığı Barla’ya kayıkla sürgün edilmiş, kimsenin görüşmesine izin bile verilmemişti. Yıllarca her şeyden mahrum edilmiş, adeta ölüme mahkûm edilmişti. Böyle bir insanın yaz mevsimlerini geçirdiği çam ve katran ağaçları birer hatıradır. Oraya gidenlerin o ağaçlardan medet umduklarını hiç düşünmedim ve düşünmek de istemiyorum. Aklımıza söylemek istemediğim bazı ihtimaller geliyor. Ağaçları kesenleri veya kestirenleri kötü niyetleriyle birlikte Allah’a havâle ediyorum. Grubumuz adeta kesilen ağaçların yerinde “Bizi o ağaçların yerine kabul edin” anlamında kameralara poz verdiler. Çamdağına çıkılır da buradan yazılan mektupları unutulur mu? Mektubat’tan teberrüken Üçüncü, Dördüncü ve On Altıncı mektuplardan bir miktar okuduk. Merhum Mübarek Süleyman Ağabeyin katran ağacının üstünde buldukları ekmeği hatırladık. Bu durum karşısında söylediği, “Üstadım bu ekmek bize helâl olur mu?” sözüne karşılık Üstadın “Vay mübarek!” cevabı orada bulunanları tebessüm ettirdi. Çamdağı’ndan ayrılmak zor geldi. Ama gel gör ki, zamanımız az, görülecek yerler çoktu. Keşke vaktimiz olsaydı da Mektûbât’ı baştan sona kadar okuyabilseydik. Yıldızname’yi yüksek sesle orada haykırabilseydik. Çamdağına veda ederken, dar orman yollarında kırk yıllık tecrübeli kaptanımızı alkışlayarak ve Barla Denizini seyrederek Barla’ya döndük.
Isparta kahramanlarına arkadaş olmak Barla’ya gelinir de “Barla Sıddıkları”nı ziyaret etmemek olur mu? Onlar hayatta iken her şeyi göze alarak Üstadın hizmetine koşmuşlar, risâlelerin yazılmasına ve dağıtılmasına canla başla çalışmışlardı. Barla sıddıkları, sadakatin timsâli olmuşlardır. Sayıları belki pek azdır, ama yaptıkları hizmet cihana değer. Barla sıddıklarını ziyaret için kabristana yöneldik. Son dönemde yanında gölge gibi koşan ve zevkle hizmet eden Kore Gazisi Merhum Bayram Ağabeyle ziyarete başladık. Hepsinin ruhlarına Yasinler, Fatihalar okuduk, duâlar gönderdik. Risâle-i Nur’da geçen ve Merhum Feyzi Ağabeye yazılan bir mektup onların hizmetlerinin ne kadar önemli olduğunu gösteren bir başka delildir. Üstad mektubuna, “Sen Isparta vilayetindeki kahramanlara benzemek istiyorsan, tam onlar gibi olmalısın” sözleriyle başlıyor. Hapishanede önemli bir şeyh ve mürşidin, dört ay sürekli Risâle-i Nur’un elli altmış talebeleri içinde celbkârâne sohbet ettiği halde, yalnız bir tek talebesini geçici olarak kendisine çekebildiğini belirtir. Diğerleri, o cazibedar şeyhe karşı uzak kalmışlardır. Risâle-i Nur’un yüksek, kıymetli iman hizmeti onlara kâfi olarak kanaat vermiştir. O talebelerin gayet keskin kalb ve basiretlerinin anladığı hakikat ise şudur: “Risâle-i Nur’a hizmet ise, imanı kurtarıyor; tarikat ve şeyhlik ise, velâyet mertebeleri kazandırıyor. Bir adamın imanını kurtarmak ise, on mü’mini velâyet derecesine çıkarmaktan daha mühim ve daha sevaplıdır. Çünkü iman, saadet-i ebediyeyi kazandırdığı için bir mü’mine, küre-i arz kadar bir saltanat-ı bakiyeyi temin eder. Velâyet ise, mü'minin Cennetini genişlettirir, parlattırır. Bir adamı sultan yapmak, on neferi paşa yapmaktan ne kadar yüksek ise, bir adamın imanını kurtarmak, on adamı velî yapmaktan daha sevaplı bir hizmettir.” Bu ince bir sırdır. Ispartalı ağabeyler Üstadın “arkadaşlığını evliyalara” tercih etmişlerdir. Belki eğer bulunsaydı müctehidlere dahi tercih ederlerdi. Üstadın, Feyzi Ağabeye, dolayısıyla bizlere mesajı şudur: “Bu şehre bir kutup, bir gavs-ı âzam gelse, ‘Seni on günde velâyet derecesine çıkaracağım’ dese, sen Risâle-i Nur’u bırakıp onun yanına gitsen, Isparta kahramanlarına arkadaş olamazsın.” 9 Burada temennimiz ve duâmız, Isparta kahramanlarına arkadaş olmak.
Kutlular Ağabeyin sohbetine doyum olmuyor Öğle ezanı yeni okunmuştu. Hem namaz kılmak, hem de tesislerde dinlenen Mehmet Kutlular Ağabeyi ziyaret edip sohbet etmek için Yeni Asya Sosyal Tesislerine gittik. Gerçi Nur Talebelerinde dinlenmek veya tatil yapmak bir başka hizmetle meşgul olmak demektir. Nur Talebeleri nereye gitse, kimle görüşse önce iman hizmetini düşünür. Görüştüğü kimselere iman hakikatlerini anlatmak ister. Sosyal tesisler bu manzaraların en çok yaşandığı yerlerden birisidir. Buraya gelen ve kalanlar bunu bilirler ve buradaki programa uyarlar. Meselâ, namazlar cemaatle kılınır, tesbihat yapılır, ders yapılır. Gündüzleri ziyaretler yapılır, akşamları Nur dersleri yapılır. Yemekler imânî sohbetlerle süslenir. Oraya gidenler bunların canlı şahitleridir. Tesislerin mescidini sabahın ilk saatlerinde olduğu gibi tekrar doldurduk. Namazdan sonra Kutlular Ağabeyle kısa bir tanışmanın ardından sorulu-cevaplı sohbete başladık. Özellikle can kardeşlerin soruları can alıcıydı, büyüklere taş çıkartır cinsindendi. Risâle-i Nur hizmetlerinden, Zübeyir Ağabeyin ve diğer ağabeylerin hizmetlerine kadar neler sorulmadı ki. Kutlular Ağabeyin gazetecilik yönü de olduğundan bu konuya ve özel hayatına da geçildi. Güzel bir atmosfer esiyordu, salonda. Kutlular Ağabeyin kendine has sohbetine doyum olmuyordu. Dünyada tatmaya izin vardı ama doymaya izin yoktu. Tadımlık sohbetimiz iki saate yaklaştı. Haki kardeşin sürpriz ikramları bizi biraz daha bağladı. Hatıra fotoğrafları çekilerek tesislere ve dostlara veda ettik.
Yokuşbaşı Camii, İlk medrese, Cennet bahçesi… Barla’da gezilecek yerlerimiz bitmemişti, biteceğe de benzemiyordu. Üstadın sekiz yıl ikamet ettiği ilk medresesine doğru hareket ettik. Bu sırada ikindi ezanı minarelerden yankılanıyordu. Cemaat kaçırılmazdı. Namazımızı Üstadın medresesi yanında yer alan Yokuşbaşı Camii’nde kıldık. Girerken tesbihattan sonra hemen çıkalım diye kararlaştırmıştık. Ama bir türlü ayrılmak gelmedi içimizden. Namaz dersini de dinledik. Bizim gibi değişik yerlerden gelenlerle namazda omuz omuza, sonrasında da yüz yüze geldik. Hiç yabancılık çekmeden, adeta beraber doğmuş, birlikte yaşamış gibi konuştuk. Namaz sonrası Üstadın medresesine gruplar halinde girebildik. Ev restore edilmişti. Orijinal denebilecek kısımlar oldukça azdı. Çınar ağacında da restorasyon çalışmaları yapılmıştı. Kesilen ve kuruyan dalı ve Üstadın geceleri zikirle geçirdiği kulübecik de aslına benzetilmeye çalışılmıştı. Medresenin olduğu sokak çarşı-pazar halini almıştı. Şüphesiz kasabanın en canlı olduğu yer burasıydı. Yiyecekten hatıra eşyalarına kadar her şey satılıyordu dükkânlarda. Medrese restorasyonla birlikte büyütülmüştü. Ama yine de ihtiyaca cevap vermiyordu. Zaman zaman izdiham yaşanıyordu. Türkiye içinden ve dışından farklı grupların uğrak ve ziyaret yeri olmuştu, bu nurlu mekân. Fırsat bulup raftan bir risâle alıp okumak veya içerideki odalarda namaz kılmak, cevşen okumak ayrı bir mutluluktu gelenler için. Grupların fotoğraf makineleri veya kameraları mekânı ve çevresini tesbitle meşguldü. Yıllar öncesine hayalen yolculuk yaptık. O duvarlar, çınar, çeşme, cami kim bilir nelere ve hangi olaylara şahitlik etmişti. Hani dili olsa da bizlere anlatsaydı, dedik. Onların maddî dili yoktu ama lisan-i hâlleriyle yıllara tercümanlık yapıyordu. Kim bilir kaç asır, yaşayan çınar ağacı Üstada kâinat kitabının bir nüshası olmuştur. Üstad onda Allah’ın ihyâ fiilini ve hikmet kanununu görmüş ve şöyle okumuştur: “Sâni-i Kadîr, hangi kanun-u hikmetle bir sineği ihyâ eder; aynı kanunla şu önümüzdeki çınar ağacını her baharda ihyâ eder. Ve o kanunla küre-i arzı yine o baharda ihyâ eder. Ve aynı kanunla haşirde mahlûkatı ihyâ eder.” 10 Üstad her şeyi mânâ-i harfiyle okuduğundan gezdiği, oturduğu mekânlar birer dershane hükmünü almıştır. İşte bu duygu ve düşüncelerle “Cennet Bahçesi”ne gittik. Bu bahçe adeta cennetin cadde ve sokaklarının anlatıldığı Yirmi Sekizinci Söz adını alan Cennet Risâlesinin yazıldığı yerdir. Cennet Bahçesi Üstadın tabiriyle “sekiz sene kemal-i sadakatle bu fakire hizmet eden Süleyman’ın Bahçesi” olarak ifade edilmektedir. Cennet Bahçesi, ziyaretçilerin en çok rahat edebildiği geniş bir mekândır. Özellikle çocukların hoşuna gidecek köprüler, çeşmeler, havuzlar, yollar yapılmış; ağaç ve bitki türleriyle zenginleştirilmiştir. Böyle olmakla birlikte fıtrîlikten bir ölçüde uzaklaşıldığını da belirtmeliyim. Dünyada bir numunesini gördüğümüz Cennet Bahçesinin gerçeğini görmek dilek ve temennisiyle bahçe merdivenlerini tırmandık. Eğirdir Gölü kıyısında kısa bir moladan sonra Barla’ya veda ettik. Üstadın hatıralarına hizmet edenlerden ve onları ayakta tutanlardan Allah razı olsun!
Sonuç Orta okul grubuyla gerçekleştirdiğimiz yaz okulunun finali—tam olmasa da—Barla ziyaretiyle tamamlanıyordu. Akşam namazını Çamdağı eteklerinde bulunan bir köyün camisinde eda ederek Ankara yollarına düştük. Son olarak otobüste öğrencilerimizin ve ağabeylerinin dilek ve temennilerini dinledik. Güzel bir program olduğunu, verimli ve faydalı geçtiğini, herkese tavsiye edeceklerini, namazlarını aksatmadan kılacaklarını, yeni arkadaşlar edindiklerini, programda emeği geçen herkese teşekkür ettiklerini, seneye tekrar aynı yerde buluşmak istediklerini belirttiler. Sabaha yakın Ankara’ya ulaştık. Herkes birbirleriyle kucaklaşarak vedalaştı, uykulu gözlerle. Bir programı özetlemeye çalıştım. Belki anlatılacak daha çok şeyler vardı. İlk yapılan programların eksikleri ve yanlışları olabilirdi. Görevli arkadaşlarla sık sık bir araya gelip değerlendirmeler yapmayı ihmal etmedik. Aksayan taraflara çözümler ürettik. Yaz mevsiminde çiçekler açmıştı. Bu çiçekler yalnızca Asyayla’da değildi, şüphesiz. Ülkemizin, belki dünyanın pek çok bahçelerinde Nur çiçekleri açmıştı. Onları da anlatacaklar vardır. Selâm olsun, o Nur çiçeklere! Selâm olsun, Nur bahçesinde emeği geçen Seyfeddin’lere, Barış’lara, Mahmud’lara, Onur’lara, Halil’lere, Ahmed’lere, Ömer’lere, Mücahid’lere!.. Üstad sizi tebrik ediyor, yaptığınız hizmetlerinizi!.. Bundan sonra yapılacak bu tür programlara bir örnek teşkil etmesi bakımından takdire değerdi. Özetle şunu söyleyebiliriz: “Helâl dairesi geniştir, keyfe kâfi gelir. Harama girmeye hiç lüzum yoktur. Ferâiz-i İlâhiye ise hafiftir, azdır.” 11
Dipnotlar: 9- Bediüzzaman Said Nursî, Kastamonu Lâhikası, s. 104-105. 10- Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 491. 11- Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 52. 12.08.2009 E-Posta: [email protected] |