Röportaj |
|
TOPLUM ARTIK BARIŞÇI BİR ÇÖZÜM İSTİYOR |
“25 yıldır, büyük tahribat ve travmaya yol açan şiddetin barışcı bir zemine evrilmesi noktasında, toplumun bütününe yansıyan bir uzlaşı oluştu. Bu uzlaşının dışında başka politikaların artık konjonktürel olarak da mümkün olmadığını devlet de görüyor. Yeni bir şiddet dalgasının geri dönülmez sonuçlar doğuracağı da görüldüğünden, şiddetin sonlanmasının araçları daha görünür halde devlet kurumları içinde tartılmaya, ortak bir dil ve tutum oluşturulmaya çalışılıyor.” ÖLENLERİN ACISI, HEPİMİZİN ORTAK ACISI
“Şimdiye kadar sorunun ‘hak ve özgürlükler’ boyutu bağımsız bir şekilde ele alınmadığı için bugün çözüm zorunlu olarak kendisini dayattı. Çatışmada yaşamını yitirenlerin acısı hepimizin ortak acısı. Geliştirilecek telâfi edici mekanizmalar, sayıları binlerle ifade edilen şehitlerin ve bunların yakınlarının yaşadığı travma hesap edilerek oluşturulmalı. İnsanların ölmediği, yeni şehit cenazelerinin kalkmadığı barışçı ortam en büyük telâfi edici, onarıcı mekanizma olacak.” Kürt Meselesi’nin aslında Türkiye’nin demokratikleşme meselesinden biri olduğunu söyleyenler bu sorunun özel bir adla ortaya çıkmasına itirazlarını dile getiriyor. Ancak ne olursa olsun ortada büyük bir problem olduğu kesin. TSK’nın bütçesinin ve zamanın büyük bir kısmını bu sorun alıp götürüyor. Öbür taraftan ordunun üst düzey temsilcileri “Ülkeyi böldürmeyiz” nidalarıyla her gün televizyon ekranlarında siyasete müdahil olmanın yollarını buluyorlar. Biz de bu sorunu Diyarbakır Barosu’nda başkanlık yapmış İnsan Hakları Vakfı temsilcisi Sezgin Tanrıkulu’yla konuştuk…. nKürt meselesinde devletin geldiği noktayı biraz açıklar mısınız? ürkiye’de Kürt meselesini birbirini etkileyen iki eksen üzerinde tartışmak gerektiğini düşünüyorum. Bunları; “silâhlı şiddet” ve “hak ve özgürlükler” meselesi olarak sınıflandırabiliriz. Son 25 yıldır, bütün toplumda büyük tahribatlar ve travma yaratan şiddet boyutunun, barışcıl bir zemine evrilmesi noktasında, toplumun neredeyse bütününe yansıyan bir uzlaşıyı görmekteyiz. Dolayısı ile bu uzlaşının dışında başka politikalar geliştirilmesinin artık konjonktürel olarak da mümkün olmadığını devlet ve kurumları da bana göre görmektedir. Ayrıca, yeni bir şiddet dalgasının geri dönülmez sonuçlar doğuracağı da artık görüldüğünden şiddetin sonlanmasının araçları daha görünür bir halde devlet kurumları içerisinde tartılmaya, ortak bir dil ve tutum oluşturulmaya çalıştığı izlenimini edinmekteyim. nBu açılımları devlet gönüllü mü yapıyor? AKP ile bürokratik elit arasında bir sürtüşme olduğunu düşünüyor musunuz? Bu açılımların gönüllü veya zorunluluktan kaynaklı yapıldığını ifade etmekten öte, bu güne kadar neden yapılmadığı sorusu bence daha anlamlıdır. Sorunun “hak ve özgürlükler” boyutu, yanlış bir biçimde bağımsız bir şekilde ele alınmadığı için bu gün çözüm zorunlu olarak kendisini dayatmıştır. nBaşbakanın bugüne kadar Ahmet Türk’le olan görüşmeyi neden ertelediği konusunda bir fikriniz var mı? Görüşmenin bu kadar gecikmiş olmasının sürece olumsuz yansıması var mı? Başbakan 22 Temmuz seçimlerinin sonuçlarını bu sorun bakımından doğru okumadığı görüşündeyim. Başbakan, partisinin bölgeden ve dolayısı ile Kürtlerden aldığı oyu seçime kadar uyguladığı politikaların benimsendiği şeklinde yorumlamış ve bunun dışında her türlü öneri ve diyaloğa sert tepki göstermişti. Oysa 22 Temmuz seçimlerinde, bölgeden AKP/AK Partiye verilen oylar, uyguladığı politikalar için değil bu sorunu demokratik bir zeminde çözüm sürecini başlatması için verilmişti. Bu algı, Başbakanı diyaloğu red eden ve önerilere kapalı hale getirmişti. 22 Temmuz’dan sonra gelişen siyasal süreç ve en son 29 Mart seçim sonuçları, Cumhurbaşkanının başlattığı inisiyatif bu diyaloğu zorunlu hale getirdi kanaatindeyim. Tabiî ki bu süreç 22 Temmuz’dan hemen sonra başlamış olsaydı, şimdi konuştuğumuz bu meselede bir hayli mesafe kat etmiş olacaktık. Ancak bu ortamın bu gün bile çok değerli olduğunu kabul etmemiz gerekmektedir. nSiz AKP’nin sorunu algılamada eksiklikleri olduğunu düşünüyor musunuz? AKP ve dolayısı ile Başbakan, soruna terör ve ekonomik geri kalmışlık meselesi olarak baktılar. Kuşkusuz, sorunun silâhlı şiddet boyutunun, şiddeti kullananlar tarafından uygulanan “terör” boyutu olmuştur. Ancak bundan bağımsız olarak, sorun sadece “terör” sorunu olarak tarif edilip, askerî yöntemlerle çözüm arayışı iktidarının ilk döneminden itibaren AKP’nin esas politikası olmuştur. Sorunun, ekonomik boyutu da, kimlik, hak ve özgürlükler boyutundan soyutlanarak ele alınmaya çalışılmış ve dolayısı ile algılamada eksikliği aşan yanlışlıklar nedeniyle AKP’nin yaklaşık 7 yıllık iktidar süresi sorunun çözümünde esaslı bir biçimde yol açıcı olmamıştır. nSiz bölgede uzun süre baro başkanlığı yapmış birisiniz ayrıca sivil toplum örgütü çalışmalarına güçlü bir emekle katıldınız. Devlet yaptığı hukuksuzluğu nasıl düzeltecek? Sorunun çatışma boyutu, tahmin edilenden daha ağır tahribatlar ve travma yarattı. Ancak bu güne kadar bunları telâfi edici mekanizmalarda yaratılamadı. Dolayısı ile insanların hukuka, adalete olan inançları yok oldu, aidiyet bağları kopma noktasına geldi. Telâfi edici mekanizma olarak çıkarılan 5233 sayılı tazminat yasasının 5 yıllık uygulaması da, başlangıçta ifade ettiğimiz bütün yanlışlıkları ortaya çıkardı. Şimdi eğer, sorunun bütüncül demokratik-barışçıl çözümü konuşulacaksa bütün bu hukuksuzları telâfi edici, hakikatleri ortaya çıkarmayı amaçlayan, benzer ülke deneyimlerinden yararlanabileceğimiz mekanizmaları oluşturmayı da düşünebilmeliyiz. nFaili meçhul cinayetler konusu kapanmadan Kürt sorunu çözülür mü? Kuşkusuz sorunun önemli bir boyutu da, failleri yargı önüne çıkarılamayan cinayetler meselesidir. Bu şekilde ifade etmemin nedeni, sorunun bu cinayetlerin faillerinin bilinmemesi olmadığıdır. Sorun esas itibari ile bilinen faillerin “dokunulmazlıklarının” büyük ölçüde halen devam ediyor olmasındadır. Ergenekon soruşturması nedeni ile ortalığa saçılan hukuksuzlukların nereden beslendiğini hep birlikte gördük ve görmeye devam ediyoruz. Çok zayıf irade ile bir kısım cinayetlerin faillerinin nasıl derdest edilebildiklerine de tanık olduk. Bu konudaki adalet arayışı tamamlanmadan çözümün eksik kalacağını düşünmekteyim. nÖbür taraftan da şehit ailelerine durum nasıl açıklanacak diye soranlar var. Sizce onlara durum nasıl açıklanabilir? Bu çatışmada yaşamını yitirenlerin acısı hepimizin ortak acısıdır. ‘Herkesin acısı kendine’ diyerek bir tarafta duramayız, durmamalıyız. Geliştirilecek telâfi edici mekanizmalar sayıları binlerle ifade edilen şehitlerin ve bunların her derecedeki yakınlarının yaşadığı travma hesap edilerek oluşturmalıdır. Kuşkusuz insanların ölmediği, yeni şehit cenazelerinin kalkmadığı barışçıl bir ortam bu aileler bakımından da en büyük telâfi edici, onarıcı bir mekanizma olacaktır. nSizce PKK’ya sempati duyan bölge halkına nasıl bir yaklaşım içinde olmak lâzım? Herkesin kendi siyasal kimliği ile özgür biçimde siyaset yapacağı ortam, şiddetin toplum nezdindeki mevcut meşrûluğunu ortadan kaldırır kanaatindeyim. Eğer bugün itibari ile sempati duyuluyor ise ki önemli ölçüde duyuluyor, bunun nedeni siyasetin kurumlarının bu sorunun demokratik çözümündeki kararsızlıkları ve inançsızlıklarıdır. Demokratik siyasetin araçlarının mutabakatla başlatacakları çözüm şiddet yöntemini meşrû gören eğilimi de yavaş yavaş azaltıp ortadan kaldıracaktır. nİnsanları sadece dağdan indirmek sizce problemi çözer mi? Silâhsızlandırma, demokratikleşme-siyasallaşma projesinin bir parçası olursa bir işlevi olur. Yoksa tek başına çıkarılacak en ileri bir af yasası da bu problemin silâhlı boyutunu nihaî bir biçimde sonlandırmaz. Dolayısı ile böyle sürecin sonunda oluşacak bir ortamda yine mutabakatla hazırlanacak bir düzenleme, sonlandırmasa da büyük ölçüde sorunun bu boyutunun çözümünü hızlandıracağı düşüncesindeyim. nÖcalan konusunda devlet bir affa gidebilir mi? Talepler konusunda rasyonel olunmalıdır. Çatışmanın sonlanmadığı, bunun olumlu sonuçlarının bütün toplum tarafından görülmediği bir zamanda böyle bir düzenlemenin yapılabileceğini olanaklı görmemekteyim. Dolayısı ile çözüm sürecini kilitleyebilecek bu tartışmaya girmeden neler yapmamız gerektiğini tartışmalıyız. Bu arada şunu da, gözden kaçırmayalım; 1991’de 3713 sayılı yasa ile getirilen düzenleme ile müebbet ağır hapis cezası alanların 15 yıl cezaevinde kalmakla şartla salıverildiklerini ve esaslı bir itirazın toplumda gelişmediğini unutmayalım. Öncelikle mesele, barışçıl demokratik çözüm zeminini yakalamak ve bunu güçlü kılmaktır. |
10.08.2009 |