Robert MİRANDA |
|
Serbest ekonomi ve din |
Televizyon ekranlarımızdan dünyanın hemen her yerinde özgürlük için yakaran insanların dramlarına şahit oluyoruz. Bangladeş’ten İran’a ve Latin Amerika’ya kadar bütün insanlık özgür ve demokrat bir toplumda yaşamanın hasretini çekiyor. Özgürce yaşamak hepimiz için vazgeçilmez iken, şunu da söylemek gerekiyor ki, özgürlük hiçbir zaman mutlak olmamıştır ve özgürce yaşamak nerede ve hangi otorite altında yaşadığınıza göre değişen bir kavramdır. Amerikan tarzı hayat bir çok Amerikalı tarafından insanlığın yaşıyabileceği tek hayat tarzı alternatifidir. Amerika’nın bir kanunlar toplumu olduğu fikri, yani İnsan Hakları ve Anayasa Beyannamesi, bizim topluluğumuzun görünüşte tam özgür olduğu izlenimi verir, ancak acaba Amerika’da özgürlük mutlak mıdır? Amerikalılar özgürlükten bahsederken, listenin en başına sıklıkla ibadet özgürlüğünü koyarlar. Fakat bu özgürlük gerçekte sanıldığı kadar mutlak değildir. Gerçekten de, bir çok topluluğun tarihinden bu yana, dinsel pratikler hükümetler, kanunlar ve düzenlemeler ile kontrol altına alınmaya çalışılmıştır. Bu sadece 1960’lı yıllarda hükümetin toplum politikasında yapmaya çalıştığı düzenlemelerden ibaret değildir. O zamanlar hükümetin toplum politikası ile insanların inanç pratikleri arasında bir denge oturtulmaya çalışılıyordu. Bunun sebebi de insanların inançlarını hükümetin düzenlemeleri ve kurallarının ipoteği altında yapmamayı istememelerinden ileri geliyordu. Amerika’da dinî özgürlüklerin tanımlanması ABD Anayasası’nda yapılan Birinci Düzenlemeler’e denk gelmektedir. Bu düzenlemeye göre “Kongre kesinlikle dinlerin serbestçe pratiğini engelleyecek kanunlar yapamaz” deniliyordu. Bu anayasal korumanın konulmasının amacı Amerika’da dinî özgürlüklerin arttırılması ve muhafaza edilmesini temin etmekti. İbadet özgürlüğünü korumakla umulan şey çok dinli ve mezhepli bir toplum oluşturularak, Avrupa’yı 16. ve 17. yüzyıllarda bölünmeye sürükleyen dinî ayrılıkların Amerika’da da vuku bulmasını önlemekti. İlginç olan şu ki, o devirlerde Avrupalılar birileri tarafından alay edilmeden dinlerini özgürce yaşamak için Amerika’ya gelmek istiyorken ve bu uğurda evlerini terk ederken, Osmanlı idaresi altındaki Müslümanlar, bu konuda dengeyi ve tutarlılığı İslâm’ın pratiklerini yerine getirerek sağlamışlardı. Bugün ise, Müslümanların hayatlarını zorlaştıran şey ne hükümetin düzenlemeleri ne de müdahaleleridir. Müslümanların esas karşısındakiler vahşi kapitalizm ve onların şirketleşmiş kollarıdır. “Allah, alış verişi helâl, faizi ise haram kılmıştır.” (Bakara, 275) Amerika’da yayınlanan “Wall Street” adlı bir sinema filmi, hayatının yegâne gayesi hangi yolla olursa olsun kârını maksimize etmek olan Kapitalist bir adamın hayatını beyazperdeye yansıtıyordu. Daha fazla varlık elde etmek yolunda nice aileleri ve hayatları yok etmişti. Bir sahnede sözkonusu Kapitalist adam, filmdeki adıyla Gordon Gekko, genç yardımcısına şu tavsiyede bulunuyordu: “Açgözlülük, tek kelimeyle iyidir”. Bu insanlıktan çıkmış karakter, aslında dünyayı kendi kârlılıklarını arttırmak için bir mekân olarak gören kötü niyetli zihniyetin bir sembolü ve temsilcisi olarak betimlenmişti. “O mallar, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşan bir servet ve güç hâline gelmesin diye Allah böyle hükmetmiştir.” (Haşr, 7) İslâmiyet’te, ekonomik ilkeler açgözlülük ve yıkım üzerinde yükselmemektedir, bunun yerine İslâm, mülkiyeti, ticareti ve varlığın halk arasında adaletli dağılımını öngörür. Müslümanlar önümüzdeki dönemlerde de, batılıların Kapitalizm öğretilerini içeren propagandalarına maruz kalacaklar. Bununla beraber, hiç kimse çıkıp da İslâmiyet’in ekonomik gelişim önünde bir engel ve kısıtlayıcı olduğunu iddia edemez. Piyasada yenilikçi ve gelişimci fikirleriyle Müslümanlar var oldukça, her daim ekonomik faaliyetler olacak ve bu da istihdama ve varlığın artmasına yol açacaktır. İslâmın yolu işte budur. Tercüme: Umut Yavuz 05.08.2009 E-Posta: [email protected] |