Hasan GÜNEŞ |
|
Ramazan ve rahmet sofrası |
Ramazan, bir sofraya dâvettir, bir ziyafet için dâvete icabettir. Cenâb-ı Hak şu yeryüzünü ve kâinatı maddî ve mânevî muazzam bir nimet sofrası olarak yaratıp mahlûkatının istifadesine sunmuştur. İnsan aziz bir misafir olarak Ramazan ayında bu sofra için hususî bir dâvete muhataptır. Hz. İsa (as) ve havarilerine mu'cize olarak indirilen mâide, yani sofra meşhurdur. İsmini verdiği Maide Sûresinde bahsi geçer. Havariler Hz. İsa’dan (as) mu'cize olarak içinde yiyeceklerin olduğu bir sofra istediğinde, talep karşısında üzülmekle birlikte, onları kıramayarak Rabbine duâ etmişti. Hakikî rızık verici olan Âlemlerin Rabbi, peygamberini mahcup etmedi. Muazzam bir mâide, yani içinde envai çeşit yiyeceğin olduğu bir sofra indirdi. Havariler Hz. İsa’nın (as) üzüldüğünü gördükleri zaman hatalarını anlayıp pişman olmuşlardı. Her bir mu'cize kâmil bir mukabele ister, büyük bir sorumluluk getirir. Yine de sofranın inmesini hatalarının affedildiğine bir işaret olarak kabul ettiler. Böyle bir sofranın talebi bile nasıl bir sorumluluk ve dikkat gerektiriyorsa, sofraya hürmet, yemedeki adab ve “başla” emri de o kadar önemlidir. Ramazan da bu mânâda maddî-manevî rızıkların bize takdim edildiği bir sofra olması hasebiyle, en ince detayına kadar hürmet edilmesi ve riayet edilmesi gerekir. Maide Sûresi’ndeki sofra ile bize sunulan yeryüzündeki nimetler arasında fark çok mu şaşırtıcı? Gerçekte bir nimetin semadan inmesi ile, topraktan çıkması arasında mu'cize olarak çok fark yok denilebilir. Gerçekte her ikisi de muazzam birer mu'cizedir. Birisi perdesiz, doğrudan kudret-i İlâhiye ile ani olarak halk edilip pişirilmiş olarak havarilerin önüne servis ediliyor, diğeri ise yiyecekler ile hiçbir benzerliği olmayan toprak, hava ve su gibi unsurlar perdesiyle hikmet-i İlâhiye ile, silsile hâlinde halk edilip güneşte pişirilip yeryüzündeki bütün mahlûkata takdim ediliyor. Yine perdelerden birisi de insanın rahmet-i İlâhînin kapısını çalmak olan çalışmasıdır. İnsan bu perdeleri maalesef o kadar büyütüp kalınlaştırıyor ki, en sonunda sofranın hakikî kıymeti unutuluyor. Ramazan orucu gerçekte bu perdelerin, perde olduğunun hatırlanması ve nefse kabul ettirilmesidir. Bu rızıkların da acz ve zaafımıza binâen mu'cize olarak yaratılıp bizlere takdim edildiğini hatırlamaktır. Sebeplere dalmış nefsin başını bir nebze kaldırıp İlâhî iltifatı görmesidir. Yiyeceklere olan ihtiyacımızın şiddetinin hissedilmesi ve buna mukabil acz ve zaafımızın aynı ölçüde büyüklüğü de bu ibadet ile daha iyi idrak edilmektedir. Yeryüzünde istifademize sunulan mâide ile bizdeki mide arasında sadece kelime yönünden köken olarak değil, onları birbirlerine göre muazzam özelliklerle donatan yaratıcı yönünden de vazgeçilmez bir münasebet vardır. İkisi arasındaki münasebet, hem rahmetin genişliğini hem de şükür ve kulluğun ne kadar elzem olduğunu gösterir. Bilindiği gibi, bir hediyenin mânevî kıymeti makamına göre, maddî kıymetinden çok daha fazladır. Âlemlerin Rabbi’nin yiyecek ve içecekleri bize rızık olarak vermesi, nihayetsiz şükür ve hamde lâyık muazzam bir iltifattır. Şu koca kâinatta bir toz zerresi kadar bile cirmi olmayan geçici, fâni ve kusurlu insana, merhametlilerin en merhametlisi olan Cenâb-ı Hakk’ın, ona esfel-i safilinden âlâ-yı illiyyine çıkmak için bir yol açmasıdır. İnsan, bu muazzam iltifatın daimî ve bâki olmasını istiyorsa, yiyecek ve içeceği mutlaka O’nun emri dairesinde kullanmalıdır. Risâle-i Nur’da muhtelif yerlerde izah edildiği gibi rızıklar sadece maddî değildir. Akıl da bir rızıktır, iman da bir rızıktır, İslâm da bir rızıktır. Bir rızkın şükrünü edâ edecek ve kıymetini takdir edecek bir anlayışa sahip olmak da bir rızıktır. Cenâb-ı Hakk’ın, bizim acz ve zaafımıza binaen verdiği nimetlerdir. Bütün bunlar gibi Ramazan’ın da bir rahmet ayı olarak biz İslâm ümmetine bahşedilmesi, bir hadis-i kudsîde “Oruçlunun mükâfatını ancak Ben veririm” şeklinde ifade edildiği gibi, değerini ancak Cenâb-ı Hakk’ın takdir ettiği, akıl ve havsalamızın alamayacağı kadar büyük bir ihsan ve iltifattır. Hz. İsa’nın (as) gösterdiği mu'cizelerde olduğu gibi yiyeceklerle ilgili Peygamberimizin de (asm) bir çok mu'cizesi vardır. Evet Âlemlerin Rabbinin, son peygamberi olan habibine ve onun sahabelerine had ve hesaba gelmez iltifatı ve ikramı vardır. Ancak bütün bunlardan daha mühimi; İlâhî bir sofra olan Ramazan ayıdır. Hz. İsa (as) ve havarilerine indirilen sofranın mânevî kıymeti maddî kıymetinden ne kadar büyük ve değerli ise; orucuyla, okumalarıyla ve türlü türlü ibadetleriyle rahmet ve mağfiret ayı Ramazanın İlâhî bir sofra olarak mü’minlerin önüne açılması da, yeryüzündeki bütün nimetlerden ve sofralardan daha değerlidir. Cenâb-ı Hak istifademizi ziyade etsin. 31.08.2009 E-Posta: [email protected] |