Basından Seçmeler |
Devleti ideolojiden arındırmak
(...)Sanıyorum Kürt meselesinin ve bu bağlamda ülkemizin demokratikleşmesi meselesinin hâlâ konuşulmaya devam ediyor olmasının başlıca nedeni, siyasi sistem içinde yer alan partilerimizin, özellikle de bugünün iktidar partisinin yürütülen tartışmaları daha verimli hale getirmek için bile olsa, bir teorik çerçeve belirlemekten çok uzak olması. Eğer ifade özgürlüğüne inanıyorsak elbette en uç fikirler dahil her türlü fikir ifade edilmeli ama sonuç itibarıyla yumurta küfesini sırtında taşıyanlar olan Meclis’te temsil edilen siyasi partilerin o konuda ne dedikleri, genel anlamda ‘olabilecek’leri belirlediği için esas tartışma çerçevesini oluşturmalı.(...) Eğer demokrasiye inanıyorsak, demokrasinin ve hukuk devletinin temel kurallarına saygılıysak, ‘olması gereken’le ‘olabilecek olan’ arasında her zaman bir mesafe bulunduğunu da kabul etmeliyiz. Bir demokrasi, ister istemez, doğası gereği bir ‘uzlaşma’ rejimidir, birbirine karşıt fikirler karşılıklı tavizlerle, geri adımlarla ortada bir yerde buluşurlar, yani hiç kimsenin ‘olması gereken’i tam olarak gerçekleşmez bu rejimlerde.(...) Bütün bu uzlaşma ve dolayısıyla politika belirleme süreci yaşanırken de bazı temel sınırlamalar yine demokratik rejimin, hukuk devletinin doğası gereği geçerli olacak. Bu temel sınırlamalardan biri, hoşumuza gitsin gitmesin Anayasa’nın 3. maddesi. Burada yazılı olan, ‘ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük’ cümlesine benim de itirazım var. ‘Ülkesiyle bölünmez bütünlük’ü anlayabiliyorum ve kabul de ediyorum ama ‘milletiyle bölünmez bütünlük’ü anlamıyorum. Gerçekten anlamıyorum. Eğer biz bütün bir millet olarak ‘bölünmez bütün’sek, o zaman mesela yurtdışına çıkamamalıyız, çünkü bu ‘bütün’ün küçük bir parçasının geçici veya kalıcı olarak ‘bölünmesi’ anlamına gelebilir!(...) ‘Kürt sorunu’nun çözülmesini, Kürt vatandaşlarımızın uğradıkları ayrımcılıktan kurtulmasını ve bu ülkede herkes gibi onların da mutlu olma haklarının yerine getirilmesini istemekle siyaseten gerçekçi olmak arasında bana göre bir çelişki yok. Yani, ‘Ben siyaseten gerçekçiyim’ diyen birine ‘Kürt sorununun çözülmesine engel olmak istiyorsun’ diyemeyiz, çünkü bu ikisi birbirinin tersi şeyler değiller. Anayasa’nın 3. maddesinin değişmesi, imkânsız değilse bile ülkemiz siyasi gerçekleri açısından pek başarılabilir bir hedef değil. O yüzden, her nasıl bir çözüm bulacaksak, o çözümün Anayasa’nın 3. maddesi çerçevesinin dışına taşmadan bulunması gerekir. Ve hemen kötümser olmayın, bizim şu an sahip olduğumuz ‘ulusdevlet’i bu ‘ulusdevlet’ yapan şey Anayasanın 3. maddesi değildir. Bizim sahip olduğumuz ve bazılarımızın da (ben dahil) şikâyetçi olduğu bu ‘ulusdevlet’in ardında yatan şey, Anayasa maddesi olmaktan çok bir ideolojidir. ‘Türkiye’yi demokratikleştiriyoruz’ diyen her siyasi çabanın yapması gereken ilk ve belki de en temel şey, devlet denen aygıtı keskin ideolojilerden arındırmak olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. Ve iyimser bir yorumla bitireyim: Devletin ideolojiden kurtarılması konusunda çok büyük mesafeler alındığı (ama işin henüz bitmediği) de bir gerçek. İsmet Berkan, Radikal, 30 Ağustos 2009 |
31.08.2009 |
30 Ağustos ve resmî tarih
30 Ağustos, Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasından Kurtuluş Savaşı’na, oradan da Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına giden yolun belki de en önemli durağıdır. Osmanlı’nın parçalanmasından Cumhuriyet’in kuruluşuna, Paris Barış Konferansı’ndan Lozan Antlaşması’na dünyanın patronu İngiltere’ydi... (...) *** Bizim Kurtuluş Savaşı süresince İngiltere liberal-muhafazakâr partilerin oluşturduğu bir koalisyon hükümetiyle yönetildi... Koalisyonun Başbakanı aynı zamanda Liberal Parti Başkanı olan David Lloyd George’du. Lloyd George Türkiye’ye karşı son derece sert ve tavizsiz bir politika izledi. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalama siyasetini destekledi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasına neden olan olayların içinde yer aldı. Dışişleri bakanı Lord Curzon ve Savaş Bakanı Winston Churchill gibi Muhafazakâr Parti ileri gelenleri ve koalisyon hükümeti üyeleri ise tam ters görüşteydiler. Liberal Başbakan Lloyd George Yunanlıları desteklerken, muhafazakâr Lord Curzon ile askeri çevreler Kemalistlerden yanaydı. *** Nitekim... İngiltere, 26 Ağustos 1922’de başlayan Büyük Taarruz’dan çok önce, 14 Nisan 1921’de, Türk-Savaşı’nda kesin tarafsızlığını belirten notasını Yunan hükümetine bildirdi. Bunu İngiliz Parlamento tutanaklarında da görüyoruz. Örneğin, 13 Nisan 1921’de Kamarası’nda Sir C. , İngiltere’nin Türk Milliyetçi Kuvvetleri’yle savaş halinde olup olmadığını Başbakan’a sormuş... Hükümet adına cevap veren Mr. Harmsworth, bir barış antlaşması onaylanıncaya kadar teknik yönden ortada savaş halinin bulunduğunu fakat mevcut Türk-Yunan çatışması karşısında İngiliz tutumunun tarafsızlık olduğunu söylemiştir. Keza... Lordlar Kamarası’nın 21 Nisan 1921 tarihli oturumunda, Lord Lamington Londra Konferansı’nın hemen ardından Yunanlıların Türklere karşı saldırıya geçmesini, Müslümanların “İngiltere’nin teşvikiyle yapıldığı” biçiminde yorumlamalarına hükümetin ne dediğini sorar... Dışişleri Bakanı adına cevap veren Earl of Crawford Müttefiklerin “sıkı tarafsızlık” uyguladıklarını vurgular. İngiltere ne Yunanlılara, ne de Türklere silah vermektedir. İstanbul’daki Müttefik askeri makamları da, Anadolu’da denetimleri altındaki demiryollarından yararlanılmasını durdurmuştur. (...) Kısacası... Öncesi ve sonrasıyla, Büyük Taarruz, düvel-i muazzama karşı yapılan bir savaştan ziyade sadece Yunanlılara karşı yapılan bir savaştır. *** Dönemin en güçlü İmparatorluğu İngiltere’nin bu tarafsızlığına karşı... Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye de, İngiltere’nin en çok ilgilendiği iki konudan biri olan Boğazlar konusunda, İngiltere’nin tezine çok yakın bir görüşü benimsemiş... Musul konusunda da İngiltere’yle bir kopmaya gitmeyerek, 1926 yılında İngiltere’den yana bir çözümü kabul etmiştir. Bir bakıma, bugün çok hassasiyetle üzerinde durulan Musul-Kerkük meselesinin kökenleri, 87. yıldönümünü kutladığımız 30 Ağustos’a kadar gitmektedir. *** Resmi tarihin bize anlatmadığı ya da çarpıtarak aktardığı o kadar çok konu var ki... Bugün kutlanan Büyük Taarruzu da, o dönemin dünya patronu İngiltere’nin rolünü incelemeden derinlemesine anlamanın imkânı yok. Bu Zafer Bayramı münasebetiyle ben size İngiltere’nin rolünü ciddi ve bilimsel şekilde araştıranların çalışmalarından bir özet aktardım. Ne var ki bu araştırma sonuçları bize resmi olarak söylenenlere pek benzemiyor. Mehmet Altan, Star, 30 Ağustos 2009 |
31.08.2009 |