Röportaj |
H. HÜSEYİN KEMAL hhkemal@yeni |
Siyaset tabularla yürümez |
Kürt meselesi konusunda İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın ziyaretleri devam ederken kamuoyunda tartışmalar sürüyor. Bazı kesimler bu sorunla yeni yüzleşirken, bazıları ise çözüm teklifleri konusunda kafa yoruyorlar. Biz de Kürt meselesini yakın tarih, kültür, sosyoloji üzerine araştırmalar yapan Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi siyaset bilimci Prof. Dr. Naci Bostancı’ya sorduk. Bostancı MHP’nin Diyarbakır’a yeniden il teşkilâtı tabelâsını asması gerektiğini söylüyor.
Kürt meselesi konusunda ‘demokratik açılım” tartışılıyor. Siz sürecin sağlıklı işlediğini düşünüyor musunuz? Ortada bir paket yok, ama süreç var. Bu insanların kafasında soru işaretlerinin oluşmasına yol açıyor. Yani "Hükümet bu konuda ne vaad ediyor?" gibi sorular soruluyor. Bu muğlaklık konusundaki görüşünüz nedir?
Mesele ortada. Çözüm ne olacak, denildiğinde her çevrenin kendine ait bir paketi de var. Halen meseleyle ilgili söylenmemiş bir söz, önerilmemiş bir çözüm biçimi var mı diye sorsak, buna evet demek kolay değil. Hükümet mevcut şartların ürünü olan paketlerden herhangi birini alamaz, onların ortalamasını alamaz, dolayısıyla bu aşamada hükümetin bir paketi öne çıkartması, yukarıda da değindiğimiz gibi işi zora sokar. Çözüm dediğimiz husus şartların bir fonksiyonudur. Şartları değiştiremediğiniz, daha elverişli, teşvik edici bir iklim oluşturamadığınız sürece buradan bir çözüm çıkmaz. İktidar muğlaklığın imkânlarını kullanarak bunu oluşturmaya çalışıyor. Bu yöntemde muğlaklık kimi çevreler tarafından bir eleştiri konusu yapılsa bile doğrudur ve çözüme katkı sağlayacak bir stratejidir. Zaten hükümetin bir paketi varsa, kendisi iktidar olduğuna, paketi yürütme gücü bulunduğuna göre neyi müzakere edecektir? İktidar imkânlarıyla paketi uygulamaya koyar, insanlar da sonuçlarını tartışır. Millet de seçimlerde pakete ve sonuçlarına bakıp kararını verir. Böyle olmadığına, hükümet kendi inisiyatif alanına başkalarının aklını da dahil etmek istediğine göre, en azından pakete de onları ortak etmek istiyor, diye düşünmek lâzım.
Son yerel seçimlerde DTP’nin bölgede büyük başarı elde etmesi AKP’nin üst düzey yöneticilerinde ‘Ermenistan sınırına dayandılar” ‘sınırlar belli oldu” gibi açıklamaları beraberinde getirmişti. AKP’nin üst düzey yöneticilerinde bu kanaat ne kadar yaygındır ve bunun sorunun çözümüne bakan yüzü nedir?
AKP bir kitle partisi olarak farklı eğilimleri barındırıyor içinde. Dediğiniz türden yaklaşımlar kadar neredeyse tam zıddı diyebileceğimiz anlayışların sahipleri de var. Türkiye partisi olmaya kalkıştığınızda bu sizin karakterinizdir. Herkesi aynı çizgide toparlayamazsınız. Heterojenlik, meseleyle ilgili farklı eğilimleri aynı çatı altında buluşturması AKP’nin çözümü sağlamada daha etkin bir rol oynamasını kolaylaştırır. Farklı çatılara sahip siyaset merkezlerinin ortak müzakereler gerçekleştirip buradan mutabakat çıkartma kapasiteleriyle AKP’nin mevcut niteliğinden kaynaklanan kapasitesi karşılaştırılamaz. AKP’nin kesin üstünlüğü vardır. Çünkü aynı partiden olan insanlar, farklı eğilimleri dile getirseler bile bunu aynı çatının altında birleştirme lüzumunu hissedecekler ve mutabakat konusunda daha etkin bir çabanın içine gireceklerdir. Bugün Türkiye çapında yürütülen müzakere ve peşinden mutabakat arayışının AKP’nin kendi içinde az çok halledilmiş olması gerekir. Bu ne derece sağlandı, hangi referanslar öne çıktı bilmiyorum ama şunu söyleyebilirim. Malûm, ortalık toz duman, çok çeşitli sözler söyleniyor fakat AKP’nin kendi içinden bunlara mukabil farklı sesler yükselmiyor. En azından Türkiye’nin farklı eğilimlerini sürece katabilmek için uyumlu olma konusunda kesin bir mutabakatın varlığından bahsedilebilir gibi görünüyor.
‘Kürt sorununun çözümü uluslar arası güçlerin istediği bir durum, bundan sonra ki süreç bölünmek olur’ yorumlarında bulunanlara ne söylemek istersiniz?
Uluslar arası ilişkiler alanı her zaman zengin, farklı, bazen birbiriyle çok uyumsuz spekülasyonlara ilham vermiştir. Malûm, bu alanın görünen yüzü vardır, derinlerde kotarılan işler vardır. Eldeki verilere tahminler, akıl yürütmeler katılarak gelecek öngörülmeye çalışılır, biraz da bu yapılırken saf akılla davranılmaz, arzu ettiğiniz hedefi inşa edici tarzda spekülasyonları yapmaya çalışırsınız. Uluslar arası güçler denilirken kasıt nedir? Amerika mı, AB mi? Her iki gücün de tutumu belirsiz değil. Yeni zuhur etmiş bir durum yok. Kaldı ki Türkiye küçük bir devlet değil, ona politika dikte etmek bunu mümkün görmek doğru olmaz. Meselenin uluslar arası ayağı olduğu muhakkak. Her şeyden önce Kürtler çeşitli ülkelerde. Bugün Kandil dediğimiz yer Irak’ta. Irak’ta Amerika var. Türkiye statükonun ötesinde bir hamle yapacaksa uluslar arası alanda da bir çalışması olması gerekir. Muhtemelen buna yönelik girişimler, görüşmeler yapılıyordur. Ancak bunu dikte olarak yorumlamak bu ülkeyi hafife almak olur. Bölünme konusuna gelince. Siyaset tabularla yürümez. Ne olup bittiği neyin mümkün olduğu, masanın üzerinde nelerin bulunduğu konusunda cüretkâr yüzleşmeler yapılmazsa siyasetin imkânlarından yeteri kadar faydalanılmamış olur. Ayrıca kimin eğilimi her ne ise bunu dile getirmesi bizi mahremiyetin fantastik etkisinden kurtarır. Bölünmek isteyen varsa buyursun gelsin söylesin. Bence kim böyle bir yaklaşımı talep ediyorsa o da konuşabilmeli. Neyin mümkün olduğu bazen olmayana ergi yöntemiyle ortaya çıkar. Eğer Türkiye bölünme öncesi dönemdeyse sürecin istikameti de bellidir, değilse bu tahmin için söylenecek söz abartıdır. Kanaatim bölünme öncesi dönemde değiliz, yirmi beş yıldır terörün ve kanın yapamadığını bugünkü barışçı sürecin yapmasını bekleyemeyiz. Kanaatim Türkiye’nin bu süreçten daha olumlu bir iklimle çıkacağı, az çok ortak bir güzergâhta yürüyeceğidir.
Türkiye’de sorunların daha ciddî ve derinlikli konuşulup tartışılmasında toplumsal değişimin bir etkisi var mı? Bu değişimi biraz bize tarif eder misiniz?
Toplumsal değişimin her şeye etkisi vardır. Önemli olan bu değişimin mahiyeti, araçları, değişim neticesinde ortaya çıkan yeni kamusal müzakere imkânları vs. Türkiye seksenlerden itibaren kendi sösyolojisiyle daha cüretkâr bir şekilde yüzleşiyor. Aleviler, Kürtler, kadınlar, çeşitli kimlikler geçmişte olmayacak ölçüde konuşuluyor. Farklı kesimler ortak çıkarları için örgütleniyor ve taleplerini kamusal müzakere alanına çıkartıyorlar. Bunları doğuran gelişme Türkiye’nin daha demokratik bir nitelik kazanması. İnsanlar falan sözü söylersem başıma ne gelir korkusunu önemli ölçüde üzerlerinden atmış görünüyorlar. Toplumun konuşabilmesi mühimdir ve meselelerin hallinde gereklidir. Konuşmayan bir toplumda iktidar elitleri kendi anlayışları ve kehanetleri istikametinde sahte çözümler geliştirirler. Demokratikleşme bizde bir fantazya olarak değil, doğrudan iktidar ilişkilerinde halkın daha fazla etkin olmasına yönelik olarak gelişiyor. Bu da benim demokrasim yerine ilkelere dayalı bir demokratik anlayışı güçlendiren bir durum. Demokrasiyi en çok talep edenler yükselen yeni sınıflar. Onlar demokrasi marifetiyle daha fazla siyasette söz sahibi oluyorlar. Toplumsal gerçeklik demokrasi ile siyasete tahvil olabiliyor. Bu kesimler kendilerine hayat veren ilkeleri en az kendi iktidarları kadar önemser ve benimserler. Öte yandan kamusal müzakereleri en geniş şekilde mümkün kılan zenginleştiren somut unsurlar var. Düne göre okuryazarlık daha iyi, kamusal müzakerenin yürüdüğü medya alanında daha adil bir dağılım var. Toplumsal güce sahip olanlar bir ölçüde medya alanında da seslerini duyuruyorlar. İktidarların teşekkülünde demokratik yol ve yöntemler temel belirleyici. Tüm partiler başka yöne değil yapıp ettiklerinde, sözlerini söylediklerinde halka bakıyorlar. Bu durum sahte sorun ve çözüm retoriği yerine toplumun derinliklerinde olanın su yüzüne çıkmasına sebebiyet veriyor. Zaten bugün bizi çözüm konusunda daha fazla umutlu kılan önemli unsurlardan birisi de bu durum. İnsanların konuşabildiği, siyaset yapabildiği, güç ilişkilerinde yerlerini aldıkları bir zemin çözümün de şekillendiği bir zemindir. Türkiye de demokratikleşme bunu önemli ölçüde tahkim etmiştir.
Siz siyahilerin Amerika’daki özgürlük arayışlarında “Siyah güzeldir” sloganının siyahlar için bir dezavantaja dönüşebildiğini söylemiştiniz. Bunu Kürt sorununa uyarladığımızda ortaya nasıl bir tablo çıkıyor?
Amerika’daki ırk ayrımının yüklü belleğinde siyah aşağılama tedaileri taşırdı. Siyahlar ırk ayrımına itiraz ederken aynı zamanda yerleşik bir külliyatla ve dille mücadele etmek gerektiğini de gördüler ve kavramlara müdahale etmeye çalıştılar. Neredeyse bir küfür yerine kullanılan siyahı güzeldire çevirmeye çalıştılar. Her siyaset ve ideoloji mücadelesi aynı zamanda dile ilişkin bir mücadeledir. Amerika’da olan budur. Türk Kürt ilişkilerinde ise ırka dayalı ayrım dilinin hiç olmadığını söyleyemem, fakat bu dil meşrûlaşıp olağan konuşma dilinin bir parçası olmamış, argonun sınırlı bir alanında kalmıştır. Üstelik bu ifade biçimleri ırkın ötesinde az gelişmişlik, köylülük gibi değerleri de imleyerek ırkî vurguyu sulandırmıştır. Meselâ kıro denildiğinde anlaşılan İstanbul’a dışardan gelmiş görgüsüzdür. Kıro ifadesi akla Kürtleri getirebilir fakat sadece onları getirmez, İstanbul dilini kullanamayan, yerel şive sahibi, varoş kültürüne dayalı bir hayat süren herkes kıro adlandırmasından kendi payına bir anlam düştüğünü hisseder. Dolayısıyla Kürtlerin güzeldir diye dil alanında tersine çevirecekleri sistematik bir anlam dünyası mevcut değildir. Bir de şu var. Doğu dünyasına ait her kolektif kimlik, aleni ya da mahrem bir şekilde kendi ideal imgesini seyredeceği bir sosyeteye ihtiyaç hisseder bu sosyete batılı hayat tarzına sahip, yüksek gelir sahibi, kültürel tüketimini çeşitlendirmiş ve sınırlarını dünyanın egemen merkezlerine ulaştırmış bir sosyete olmalıdır. Türkiye’deki sosyete aslında ne Türk milliyetçilerinin, ne de Kürt milliyetçilerinin ideal kimliklerinin ifadesi olarak var olmuyor. Meselâ beyaz Türk denildiğinde bununla kastettiğimiz Türklüğün bu mânâdaki temsili değildir Kürtlerin içinde de şartları değişenler, toplumsal hiyerarşide yukarıya çıkanlar kolektif kimliğe ilişkin hassasiyetleri temsil derdine düşmüyorlar, ya da böyle bir tutum zaten akla bile gelmiyor. Belki ortak bir Amerikanlaşma diyebileceğimiz kavramla daha anlaşılır bir hayat tarzı beliriyor. Milliyetçi tahayyül kendisiyle çelişenin geleneksel dünyada hayat tarzları birbirine çok yakın Türkler ve Kürtler mi, yoksa beyazlaşarak kendi içinden gelse bile bütün bunlardan bağımsızlaşan çevreler mi olduğu üzerinde bir kez daha düşünmeli.
Uygulanan politikalar neticesinde Kürtlerin ulusallaşma sürecine girdiğini söylediniz. Kürtlerin ulusallaşması bir tehlike değil midir?
Ulusallaşma makul büyüklüğe sahip olduğunu düşünen her etnik kimliğin nihaî hedefidir. Ulusallaşma ile kasıt ortak bir kimlik etrafında oluşmuş bir halk olarak kabul görmekten öte bir devlete sahip olma iddiasıdır. Kürtler de esasen bu coğrafyadaki diğer halklar gibi böyle bir talebi yaklaşık yüz yıldır dile getirmektedirler. Ancak bu talep yakın zamanlara kadar kitle desteğinden mahrum, sadece bir avuç siyasî ve entelektüel çevrenin kendi içlerinde dolaştırdıkları bir konu olarak kalmıştır. PKK, ulusallaşmasını istediği hedef kitleyi sosyo-ekonomik kriterleri esasında ulusallaşmanın faili yapabilmek için en uygun araç olarak şiddeti tercih etmiştir. Böylelikle kendilerine özerk bir alan bulamayacaklar, ya devletin ya da kendi yanlarının yanında yer alacaklardır. Nitekim her iki yönde de hareketlilikler olmuştur. Geldiğimiz noktada bir Kürt ulus devleti hâlâ mümkün görünmemektedir. Öte yandan artık ulusal hareketler 19 hatta 20. yüzyılda olduğu gibi ulus devlet idealini de müzakere etmeye başlamışlardır çünkü zaten bu müzakere halihazırda ulus devletlerin çeşitli sebeplerle yürüttüğü bir müzakeredir. Herhangi bir ulus devlet kurmadan da ulus olabilmek, kimi ortak haklar edinmek ve nihayet kendisini bir ulus gibi hissetmek nasıl mümkündür, sınama yanılma yoluyla araştırılan budur.
Kürt politikacılar da Türkiye’nin kültürel zenginliğini yeterince özümsüyor diyebilir miyiz?
Kürt politikacı denilince kimi kastettiğimiz önemli. Türkiye’nin merkez partilerinde görev almış olan Kürt kökenli politikacıların ülkeye bakışı ile kendisini hususen Kürt ulusallık hareketinin politikacısı olarak görenlerin bakışları aynı değildir. İkinciler mutlak farklar peşindedirler. Böyle yaptıklarında, benzerlik anlamına gelecek her şeyi reddettiklerinde, yok saydıklarında kendi kimliklerini daha net bir şekilde kurabilecekleri düşüncesine sahiptirler. Bu biraz da var olabilmenin tabir caizse diyalektiği gibi görülmektedir onlara. Merkez partilerinde görev alanlar ise sadece Kürtlere karşı değil tüm memlekete karşı sorumlu politikacı kimliği esasında davrandıkları için her çevreye daha fazla duyarlı, dikkatli ve ilgilidirler. Bu da Türkiye’nin ortak kültürel niteliklerine, birikimine karşı olumlu bir hassasiyeti getirmektedir peşinden.
Kürt meselesi konusunda MHP’nin il teşkilâtı tabelâsını yeniden Diyarbakır’a asmalı diyorsunuz. Bu nasıl olabilir. Bunun yol haritası nedir?
Bazen yol haritası yolda çizilir, bütünüyle zihnî olmaz. MHP’nin içinde bulunmayacağı bir milliyetçilik, millî devlet tartışması düşünmek kolay değildir. Aynı şekilde MHP’nin de var oluşunun en temelinde ülkeyi birlik ve dirlik içinde tutma vardır. Bu nasıl olacaktır? Gönül şöyle olsun diye tarifler yapabilir ama ülkenin realitesi buna uymayabilir. MHP Türkiye’nin realitesiyle yüzleşerek bu meselenin içinde gerçekçi politikalar üretmesi gereken esasen bu yönde sağlam bir geleneği ve müktesebatı bulunan bir partidir. Dikkat edilecek olursa MHP kendi tarihi içinde solla, sosyalizmle çatışmış, fakat etnik kimliklerle hiçbir zaman kavgalı olmamıştır. Bugün konumunu değiştirmesi için bir neden yoktur. Bir kısım Kürtlerin ulus devletle bağlantılı bir ulusallık peşinde koşmaları MHP’nin temsil ettiği ve bu toprakların gerçekliğinden neşet etmiş milliyetçilik anlayışına etnik çekirdeğe geri götüremez. Diyarbakır’da bulunan bir MHP Kürt realitesinin sosyolojisiyle de daha gerçek bağlantılar kuracak bir MHP’dir. Buna MHP’nin de Kürtlerin de ihtiyacı vardır. Böylesine devasa toplumsal meselelerin çözümüne aracılık edecek melez kadrolar gerekir. Türkiye’nin partisi olmak bu melez kadroları bünyesinde bulundurmak anlamına gelir. Bu yüzden her yerde ve elbette Diyarbakır’da da MHP olmalıdır.
MHP’nin Kürt meselesini bir Türk meselesine dönüştürme potansiyeli olduğu belirtiliyor. Buna katılıyor musunuz?
Bunu yapmak kimse için kolay olmaz. Milliyetçiliği biçimlendiren bir yanıyla siyasî faillerdir, fakat diğer yanıyla toplumun kendi gerçekliğidir. Ancak bugün Türklüğü etnik bir dayanışma aidiyeti olarak tanımlayıp insanları göreve çağıracak bir siyasî hareket geçmişe nispetle bir ölçüde daha fazla potansiyele sahiptir. Elbette şartlar dramatikleşirse bu yöndeki seslenmeler de güçlenir, ama kanaatim böyle bir ortamın olmayacağıdır.
Bir de “Türk anayasası, Türk millî takımı, Türk halkı” gibi kavramların rahatsız edici olduğu söyleniyor. Bu tür eleştiriler haklı mıdır?
Bunlar önemli sembollerdir ve bunlara ilişkin bir değişikliği demokratik bir siyasî iktidarın yapabilmesi beklenemez. Mesele yapmak da değil, böylesi bir girişim çok ciddî tepki alacaktır. Amaç daha demokratik bir ortam kurmak ve gerçek hayat içinde kimi haklar edinmek ise, bunun yolu yerleşik sembollere savaş açmak olamaz. Ancak çözüm istemeyenler, işi yokuşa sürmeye çalışanlar gerçek hayattaki kazanımlar yerine sembolik bir evrende bu girişimlerde bulunurlar. Alman millî takımıyla özdeşleşme oranında olsun Türk millî takımına sempati ile bakılmıyorsa, buradaki sorun çok derin demektir. Kanaatim gerçek hayatta öyle olmadığıdır. Sorunlar çeşitli yönleriyle müzakere edilir, her şey söylenebilir, fakat mümkünün ne olduğunu iyi takdir etmek gerekir.
Bir de liberal görüşteki insanların Kürt sorununda “Özgürlük verilsin ne olursa olsun” tavrı içersinde olduğu eleştirileri var. Sorunun çözümü konusunda bütün tehlikeleri göz ardı etmek gerçekçi mi?
Özgürlük somut bir kavram değil, kendini dolayımlar marifetiyle ortaya koyar. Neyin özgürlüğü? Fikir özgürlüğü mü, bu herkes için gerekli. Sadece Kürtler özgür olmalı diyebilir miyiz? Kürt olabilme özgürlüğü mü? Bu sadece siyaseten halledilebilecek bir konu değil ki. Kaldı ki Türkiye kimlik konusunda ciddî adımlar attı. Kendisini ezilen olarak gören ve başkaldırma süreci yaşayan milliyetçiliklerin naif tarafları da olur. Ancak yaşanan süreç herkesi bir akl-ı selim çizgisine getirir. Kolektif kimliklerin sorun olduğu her yerde tehlike vardır. Hayatta olmak da bir risktir. Ama konuşa tartışa sınaya yanıla yol alınır. Hem Türkiye, hem de bir kısım Kürt politikacılar da zaten bunu yapmıyor mu?
Milliyetçilik duygusunun veya ideolojisinin azaltılması bu sorunun çözümünde etken olacaktır. Bu nasıl başarılabilir?
Milliyetçilik modern süreçlerin çocuğu. Kendisini var eden maddî ve moral şartlardan bağımsız değil. Sosyal mühendislikle milliyetçilikler dönüştürülemez. Ancak yaşanan tarihi tecrübe milliyetçiler dahil herkese bunun anlamı, boyutları, başka milliyetçiliklerle geçimi, siyasî yapı formülleri konusunda daha gerçekçi olabilecekleri bir müktesebat kazandırdı. Bu mühim, sorunları tartışırken ve geleceğe bakarken bunu iyi değerlendirmek lâzım.
Sistem içindeki bütün partilerin “Devletlü” olduğunu ve “Devletle pazarlık edilmez” anlayışı içinde bulunduğunu söylemişsiniz. Bu tartışmalar devletlü bir çizgiye kayar mı?
Devlet her şeyden önce hukuktur. Hukuk için Aristo’nin güzel bir sözü var, isteklerin etkisi altında kalmamış akıldır, der. Devlet de isteklerin etkisi altında kalmamış bir akılla yönetilmesi gereken bir organizasyondur. Böyle olunca, sorunla mücadele yollarına ilişkin çözümleyici bir akıl devletin aslî niteliği olmalıdır. Bu da ona pazarlık demeyelim, şık bir tabir değil, fakat bu coğrafyada çözümün şartlarını takdir etme konusunda eşsiz bir yetenek kazandırabilir. Devletlü ile devletin bu niteliği bizim yakın tarihimizde birbiriyle çelişmektedir. Kanaatim devletin demokratikleşme ile birlikte bu niteliğini güçlendirdiğidir. Devletten daha devletçi görünecek partiler ise hayalî bir akla refere ederek tutum alacakları için soruna katkı sağlayamazlar.
Ramazan ayı içerisindeyiz. Bu özel ay Kürt sorunu için bir kampanyaya dönüştürülebilir mi?
Ramazan ayının genel rahmet ve bereketi tüm sorunlara yönelik bir kolaylaştırıcı rolü yerine getirebilir. Kürt meselesi de bundan ayrı değildir. Ancak takdir edilmelidir ki sonuçta ortamı kuracak olan kendi başına Ramazan değil bu ayın künhüne de ermiş olan insanlardır. Yoksa nice Ramazanlar başka türlü geçti, bunu da unutmayalım. |
H. HÜSEYİN KEMAL hhkemal@yeni 24.08.2009 |