Lahika |
Hadis-i Şerif Meâli En fazîletli sadaka, Ramazan'da verilendir. Câmiü's-Sağîr, No: 739. |
24.08.2009 |
Bütün duygulara oruç tutturmalı
E(Dünden devam) vet, Ramazan-ı Şerif, bu fâni dünyada, fâni ömür içinde ve kısa bir hayatta, bâki bir ömür ve uzun bir hayat-ı bâkiyeyi tazammun eder, kazandırır. Evet, birtek Ramazan, seksen sene bir ömür semerâtını kazandırabilir. Leyle-i Kadir ise, nass-ı Kur’ân ile, bin aydan daha hayırlı olduğu, bu sırra bir hüccet-i kàtıadır. Evet, nasıl ki bir padişah, müddet-i saltanatında, belki her senede, ya cülûs-u hümayun namıyla veyahut başka bir şâşaalı cilve-i saltanatına mazhar bazı günleri bayram yapar. Raiyetini, o günde umumî kanunlar dairesinde değil, belki hususî ihsânâtına ve perdesiz huzuruna ve has iltifatına ve fevkalâde icraatına ve doğrudan doğruya lâyık ve sadık milletini has teveccühüne mazhar eder. Öyle de, Ezel ve Ebed Sultanı olan on sekiz bin âlemin Padişah-ı Zülcelâli, o on sekiz bin âleme bakan, teveccüh eden fermân-ı âlişânı olan Kur’ân-ı Hakîmi, Ramazan-ı Şerif’te inzal eylemiş. Elbette o Ramazan, mahsus bir bayram-ı İlâhî ve bir meşher-i Rabbânî ve bir meclis-i ruhanî hükmüne geçmek, mukteza-yı hikmettir. Madem Ramazan o bayramdır. Elbette bir derece süflî ve hayvanî meşagilden insanları çekmek için, oruca emredilecek. Ve o orucun ekmeli ise, mide gibi bütün duyguları, gözü, kulağı, kalbi, hayali, fikri gibi cihazat-ı insaniyeye dahi bir nev’î oruç tutturmaktır. Yani, muharremattan, mâlâyâniyattan çekmek ve herbirisine mahsus ubudiyete sevk etmektir. Meselâ, dilini yalandan, gıybetten ve galiz tabirlerden ayırmakla ona oruç tutturmak; ve o lisanı, tilâvet-i Kur’ân ve zikir ve tesbih ve salâvat ve istiğfar gibi şeylerle meşgul etmek; meselâ gözünü nâmahreme bakmaktan ve kulağını fena şeyleri işitmekten men edip, gözünü ibrete ve kulağını hak söz ve Kur’ân dinlemeye sarf etmek gibi, sair cihazata da bir nev’î oruç tutturmaktır. Zaten mide en büyük bir fabrika olduğu için, oruçla ona tatil-i eşgal ettirilse, başka küçük tezgâhlar kolayca ona ittibâ ettirilebilir. Sekizinci Nükte: Ramazan-ı Şerif, insanın hayat-ı şahsiyesine baktığı cihetindeki çok hikmetlerinden bir hikmeti şudur ki: İnsana en mühim bir ilâç nev’înden maddî ve mânevî bir perhizdir. Ve tıbben bir hımyedir ki, insanın nefsi yemek, içmek hususunda keyfemâyeşâ hareket ettikçe, hem şahsın maddî hayatına tıbben zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, adeta mânevî hayatını da zehirler. Daha kalbe ve ruha itaat etmek, o nefse güç gelir, serkeşâne dizginini eline alır. Daha insan ona binemez; o insana biner. Ramazan-ı Şerifte, oruç vasıtasıyla bir nev’î perhize alışır, riyazete çalışır ve emir dinlemeyi öğrenir. Biçare zayıf mideye de, hazımdan evvel yemek yemek üzerine doldurmakla hastalıkları celb etmez. Ve emir vasıtasıyla helâli terk ettiği cihetle, haramdan çekinmek için akıl ve şeriattan gelen emri dinlemeye kabiliyet peydâ eder. Hayat-ı mâneviyeyi bozmamaya çalışır. Hem insanın ekseriyet-i mutlakası açlığa çok defa müptelâ olur. Sabır ve tahammül için bir idman veren açlık, riyazete muhtaçtır. Ramazan-ı Şerifteki oruç, on beş saat, sahursuz ise yirmi dört saat devam eden bir müddet-i açlığa sabır ve tahammül ve bir riyazettir ve bir idmandır. Demek, beşerin musîbetini ikileştiren sabırsızlığın ve tahammülsüzlüğün bir ilâcı da oruçtur. Mektubat, s. 391, (yeni tanzim, s. 682) LÜGATÇE: cülûs-u hümayun: Padişahın tahta çıkışı. mukteza-yı hikmet: Hikmetin gereği. ekmel: En mükemmel, olgun, tam. muharremat: Haram kılınan şeyler. mâlâyâniyat: Abes, boş, mânâsız şeyler. ubudiyet: Kulluk, ibadet. hımye: Perhiz, yeme-içmeye dikkat etmek. keyfemâyeşâ: Keyfine göre. serkeşâne: Emir dinlemeyerek, isyan ederek. riyazet: Nefsi kırma, fani şeylerden nefsini çekerek kanaat içinde yaşamak. cihazat-ı insaniye: İnsana ait cihazlar, organlar, duygular. tatil-i eşgal: Meşguliyete ara verme. |
Bediuzzaman Said Nursi 24.08.2009 |
Oruç, sadece aç ve susuz kalmak değildir
Ramazan ayını iyi değerlendirmek gerekir. Çünkü; Allah’ın rızasına uygun tutulan oruç, bir sonraki seneye kadar küçük günahlara keffaret olacağını Peygamberimiz (asm) şu hadisleriyle haber vermişlerdir: “Ramazan ayının orucu, bir sonraki Ramazan ayına kadar geçen zaman içerisinde işlenen küçük günahları affettirir.” 1 Oruçlu olan mü’min, sadece aç ve susuz kalmakla iktifa etmemelidir. Bununla birlikte bütün azasına da oruç tutturmalıdır. Gözünü, kulağını, dilini, elini, ayağını, kalbini ve diğer azasını da günahtan korumalıdır. Gözü harama bakmaktan korumalı ve Allah’ı hatırlatmaktan alı koyacak, şer’an bakılması yasak olan her şeyden veya harama götürebilecek vasıtalardan kaçınılmalıdır. Çünkü harama bakış onu harama sevk eden araçlardan birisidir ve şeytanın tuzaklarıdır. İnsanı fuhşiyata ve zinaya götüren en tehlikeli yol, kötü ve art düşünce ile bakmaktan başlar. Bunun için Peygamberimiz (asm), kötü ve şehvet nazarı ile bakmayı şeytanın zehirli okları olarak vasıflandırmıştır: “Şehvet nazarı ile bakmak, şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah korkusuyla onu terk eder, yani şehvet gözü ile bakmazsa, Allah ona öyle bir iman nasip eder ki, zevkini kalbinde duyar.” 2 Oruçlu olan kimseler maddî ve mânevî oruç bozan şeylerden kaçınmalıdır. Maddî olanlar: Yemek, içmek ve nefsanî arzularını terk etmektir. Manevî olanlar ise, orucun sevabını giderenlerdir. Bunu da Peygamberimiz (asm) şöyle açıklamışlardır: “Beş şey orucu bozar: Yalan konuşmak, gıybet etmek, koğuculuk yapmak, yalan yere yemin etmek ve şehvetle bakmak.” 3 Dilini yalan, gıybet, koğuculuk ve küfür olan şeylerden korumalıdır. Oruçlu olan mü’min, dilini tesbih ve Kur’ân ile meşgul etmelidir. Peygamberimiz (asm) oruçlu olanların nasıl oruç tutmaları gerektiğini şöyle belirtmiştir: “Oruç, bütün fenalıklardan ve cehennemden koruyan kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu vakit cahillik ederek kötü söz söylemesin. Şayet birisi kendisiyle kavga ederse veya kendisine karşı kaba davranış içinde olursa; ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ diye mukabelede bulunsun.” 4 Kulağına oruç tutturmalıdır. Kulağın orucu; şer’ân dinlemesi haram, mekruh olan şeyleri dinlememek demektir. Konuşulması yasak olan bir sözü dinlememesidir. Eğer dinlemek mecburiyetinde kalırsa, ya orayı terk etmelidir veya kendini başka şeylerle meşgul etmelidir. Konuşulan şeyleri dinlerse veya iştirak ederse günahta beraberdirler. Çünkü Hz. Peygamberimiz (asm): “Gıybet eden ve dinleyen günahta müşterektir” 5 buyurmuşlardır. Yukarıda saydığımız azaların dışındaki diğer azalara da oruç tutturmalıdır. Ellerine, ayaklarına ve midesine oruç tutturmalıdır. Oruç tutmaktan maksat, sadece aç ve susuz kalmak değildir. Çünkü Hz. Peygamber (asm): “Nice oruç tutanlar var ki, tutukları oruçtan, açlık ve susuzluktan başka bir kârları yoktur.” 6 Hz. Peygamber (asm): “Nice oruç tutanlar vardır ki oruçsuzdurlar. Nice yiyenler vardır ki, oruçludurlar” 7 buyurmuştur. Oruç ibadeti bize emanet olarak verilmiştir. Bu emaneti iyi korumak gerekir. Hz. Peygamber (asm): “Şüphesiz oruç bir emanettir. Her biriniz bu emaneti korusun” 8 buyurur. Oruç emanetinin korunması demek, yalanı kötü amelleri bırakmaktır. Kötü arzu ve heveslerini terk etmektir. Çünkü Hz. Peygamber (asm): “Oruçlu olan bir kimse yalanı ve kötü ameli bırakmazsa, onun yemesini ve içmesini bırakmasına Allah’ın ihtiyacı yoktur.” (Yani boşu boşuna aç kalmasının bir anlamı yoktur.) 9
Dipnotlar: 1- Mutlu, Döğen, Hatip, a.g.e. c.2, s. 500. 2- Gazali, a.g.e. c.1, s. 234. 3- Gazali a.g.e. c.1, s. 234. 4- Buhari, a.g.e. c.1, s. 228. 5- Gazali, a.g.e. c.1, s. 235. 6- Gazali, a.g.e. c.1, s. 235. 7- Gazali, a.g.e. c.1, s. 236. 8- Gazali, a.g.e. c.1, s. 236. 9- Nevevi, a.g.e. s. 450. |
HALİL ELİTOK 24.08.2009 |
Rahmet bize yerden yağar
Öyle diyor Yunus Emre. Toprağın, hak kapısı, rahmet kapısı olduğunu söylüyor. “Rahmet bize yerden yağar” diyor. Kara kuru bir tohum, toprağın gecesine girmeden gün yüzüne çıkmıyor, çıkamıyor. O simsiyah toprak perdesinin arkasında, bembeyaz bir rahmetin ışıltısı var. Yüce Yaratan rahmetine en geniş bir tecelli yeri yapmış toprağı. Toprakta bir sır var. Çocuklar niye sever, niye düşer kalkar toprağa? Bir beden niye girer oraya? Ölenler toprağı yorgan gibi niye çeker üstüne? Sorular çok, sorular zor. Bir sır bu. Koca Ömer Ağabey de hakka yürüdü. O sırra, o da büründü. Şimdi elimde yakın zamanda çekilmiş bir fotoğrafımız var. Bakıp bakıp duruyorum o gülümseyen yüzüne. Allah için yaşamayı, Allah için sevmeyi bilen biriydi. Dergide ve gazetede yazdıklarımızın en hararetli okuyucusu, en takdir edici yoldaşıydı. Dudaklarına ne de güzel yakışırdı o dolu dolu söylediği ‘Allah’ sadâsı. Bir vuslat demi olmuştur İnşallah ölüm onun için… *** Bir gün kuru kahve sattığı dükkânında, müşterilerine karşı cömertçe davranışı, bol kepçeden verişi dikkatimi çekmişti. Biraz takılayım dedim: “Ağabey, sen böyle bol bol vermekle ne kazanıyorsun?” diye sormuştum. Gülümseyen bir yüzle: “Dost kazanıyorum kardeş, dost!” demişti. Cenazesinde gördük işte ne kadar dostu olduğunu... Camiler almadı cemaati, sokaklara taştı dostlar. Cenaze namazı Serdivan Kabristanı’nın geniş meydanında kılınabildi ancak. Ne kadar seveni, dostu varmış bildik, öğrendik Ömer Toçoğlu Ağabey’in. Ölümü hiç bu kadar yakın bulmamıştım, duymamıştım kendime. İnsanın candan bir yakını ölünce, ölümü kendine daha yakın hissediyormuş meğer. Aslında en yakın ölüm, kendi ölümüdür insanın yine kendisine... Ama kendimizle dost ve yakın olamadığımız için, ölümü çok uzaklarda bir şey zannediyoruz. En yakın ölüm, bir başkasının değil, kendi ölümüdür insanın yine kendisine. Bin can öldü, bin can göçtü sanki o gün. Ruhumdan bir parça, sanki onunla beraber gitti o gün. Ömer Ağabey de ölümün ve sonsuzluğun pınarından bir yudum tattı. Burada öldü, ötede doğmak üzere... Bir evden diğer eve taşındı. Her iki evin de sahibi Allah’tı (cc). Mülkün sahibi olan Mevlâm, getirip götürüyor. Ecel gelince gitmemek olmuyor. Geride kalan biz fâniler, ölmedik diye avunmayalım boşuna. Her ölüm biraz da kendi ölümümüzdür. Bir kuş kanatlandı, uçtu gitti ötelere. Ağlasın geride kalan ten kafesi. Kuş kavuştu ormanına. Şimdi düşünsün her insan alıp verdiği her nefesi. Çok uzun zannederiz ama bir nefestir hayat. O nefes, bir gün son nefes oluverir. Ve beden toprağa giriverir. Rahmet bize yerden yağar. Toprağa karıştı nazik beden, geldiği yere döndü. Ruh ise uçtu gitti semâvî ülkelere. Karıştı İnşallah iyilere, güzellere. Yoldaşı iman olsun, melekler olsun İnşallah. Işığın peşinden gitti. 63 yaşında ve nurlar içinde. Ölümün gölgesi üstüne düşen gidiyor. Vakti gelince bedenini toprağa bırakıyor. Ruhlar, 124 bin enbiyanın, 124 milyon evliyanın peşi sıra bir bir gidiyor. Yok oluş, sönüş, mahvoluş değil ölüm. Işık; kaynağına dönüyor, geldiği yere. Mumun ışığı sönmekle yok olmuyor. Ölümü kalbimize kazıma ve yazma zamanıdır. Ölümü kalbimize yerleştirme vaktidir. Yaşlılık, hastalık, kaza, belâ, musîbet ne varsa, binbir perdeleri bir bir açmadan ve aşmadan ölümün güzel yüzü görünmüyor. Ölümün siyah peçesi, korkunç görünen o zahirî yüzü açılmadan, arkasındaki güzellikler görünmüyor. Hem orada kimler yok ki… Nur yüzlü dedeler, nineler, anneler, babalar, hepsi orada… Hem orada o (asm) olduktan sonra, burada bırakılmayacak ne var? Hem Allah çağırdıktan sonra kalan kim ki? Dost çağırdıktan sonra gitmemek olmaz. Hem gitmeyecek kim var ki? Şükürler olsun Allah’a; ümidin, duânın ve sevincin sesi gökleri dolduruyor. Rahmet bize yerden yağıyor. Kuruyan dalları yeşerten Rabbim, yeryüzünü çiçeklerle, meyvelerle dolduran Rabbim, kapkara kupkuru toprağı bir mahşer yerine çeviriyor her baharda. Dirilişin meydanı yapıyor. Rahmetinin en geniş tecellisini toprakta gösteriyor. “Toprağa girip yatmaktan korkmamalı insan. Çünkü bedenin sükûnet bulacağı yer orasıdır.” Toprağa giren bir tane ve bir tohum, tohum olarak değil, bir ağaç olarak çıktığı gibi; mahşer günü de bir beden, o topraktan ebedî bir hayatın ve cennetin meyvesini vermek üzere çıkacak. Ey yüce Allah’ım! Senin emrin olmadan bir insan değil, bir yaprak bile düşmez o toprağa. Kâinat, dünya ve biz, beklemedeyiz. Nefesimizi tutmuşuz; vaktin, saatin gelmesini bekliyoruz. Olan ve olacak olan ne varsa, Sen ‘ol’ dediğinde olur ancak. Ey yüce Rabbim! Mülk senin, beden senin, kalbim senin. Yıldız yıldız, zerre zerre, sonsuz hamdler ve şükürler ediyor bendeki Sen’in her bir emanetin… *** Son kahramanlardan, son hizmet erlerinden biriydi Ömer Ağabey. Kolları genişti, herkesi açar, kucaklardı. İsmi gibi cismi de koca bir Ömer’di. Asr-ı Saadet’in yıldızlarının izindeydi. Son nefes öncesi içeceği suyu bile hak etmediğini düşünecek kadar yiğitti. Sevdiğin en güzel duâlarla, münâcâtlarla, cevşenlerle, Risâle-i Nûr’larla… Okuduğun, bellediğin ve ezberlediğin o kitapların her bir harfinin diliyle, binler duâlar olsun senin ruhuna İnşallah. Efendimizin (asm) şefaatine nâil olasın. Mekânın Cennet olsun İnşallah. O kadar yürekten söylediğin o sözün sahibinin, ‘Allah’ deyişinin hatırına, maşukunun cemâliyle müşerref olasın ey koca âşık İnşallah. Rahmet bize yerden yağar. Toprakta çok sırlar var. O sırları daha yakından bilmeye, görmeye gittin İnşallah. Ömer Ağabey’de bir çocuk saflığı vardı. Güzel bir insandı, hep gülümseyen bir insandı... O yüzde, herkese gülen ve güven veren bir hâl vardı. Dâvâsını yaşamaya azmedene kucak açarak, kollardı. Yiğitti, heybetliydi. Ama günahlardan çekinmekte bir güvercin ürkekliğindeydi. Şimdi bize düşen yeni insanlar katmak bu kervana. Onlarca, yüzlerce Ömer’ler bulmak. Her daim karanlıklara bir ışık olacak, güneş gibi doğacak, her daim gülen bir yüz, vefalı dostlar katmalıyız bu kervana. Duâsını yapmalıyız onların, aramalı, bulmalıyız. İman anahtarının nice kapılar açtığını biliyoruz. ‘Ölüm’ denen o sırlı kapıyı da ‘Bismillah’ diyerek açanlardan olmasını diliyoruz Ömer Ağabeyimizin İnşallah. Anne topraktan sürekli geliyor o rahmetin dâveti. Toprak çağırınca gitmemek olmaz. Çünkü rahmet bize yerden yağar. Evet, bir parça koptu ruhumdan. Bir yanım onunla beraber gitti. Duâlarımız da İnşallah… Çocukların ve ihtiyarların yüzü toprağa dönüktür neden? Neden toprağa düşer, kalkar çocuklar, neden? Toprakta bir sır var. Bir sır var ki; Rahmet bize oradan yağar. Rahmet bize yerden yağar. Toprağa giren kaybolmaz, yok olmaz. Şefkatli annemizdir toprak, bağrına basar, bağrında saklar emanetini, tâ mahşere kadar. 63 yaşında vefat eden Ömer Ağabey’e Hz. Peygamber’in (asm) şefaatini niyaz ediyoruz. Rabbim rahmetini yâr eylesin. Günahlarımızı, taksirâtımızı affeylesin. Yüce ve mübarek ayın hürmetine, cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin İnşaallah.
NOT: Ömer Ağabey’in vasiyeti üzerine defninden hemen sonra kabrinin başında 17. Lem’a’nın 12. noktası okundu. Sevgili Üstad’ının diliyle bir ders verip gitti son anda o muhteşem kalabalığa. Dersleri çok sevenin, son dersi de muhteşem oldu. “İnsan nasıl yaşarsa, öyle ölür” hakikati bir kere daha tecelli etti. |
SELİM GÜNDÜZALP 24.08.2009 |