Recep TAŞCI |
|
Kriz ve demokratik açılım |
Başbakan Erdoğan kürsüde, salon tıklım tıklım. Dinleyiciler pür dikkat, büyülenmiş gibiler. Ta ki bir kadın sesi bu havayı bozuncaya kadar. -Kriz var, işsizim. Başbakan sinirleniyor, önündeki beyaz camdan geçen metin dışına çıktığı zamanlarda olduğu gibi soğukkanlılığını kaybediyor; “Ne krizi, sen krizden ne anlarsın, enflasyon yüzde 30’lardan yüzde 6’lara düştü, haberin var mı?” mealinde sözlerle kadını azarlıyor, kadın ağzı kapatılarak karga tulumba salondan atılıyor. Ne var bunda, hergün benzer olaylar yaşanmıyor mu, diyebilirsiniz. Doğru, çok daha renkli ve üzücü sahneleri TV ekranlarından izliyoruz, kanıksadık, üzerinde durmaya değmez. Değmez de, başbakanın krizden ne anladığını bir defa daha göstermesi bakımından ö- nemli. Krizi enflasyona endekslemiş, ”enflasyon düştüğüne göre kriz miriz yok” demek istiyor. Vatandaş ise ”İşsizim, kriz var” diye bağrıyor. Ayrı telden çalınıyor, havanda su dövülüyor. Öyleyse kriz tanımında uzlaşalım. Kriz nedir? Ekonominin hastalanmasıdır. Hastalığın en bariz göstergesi; Enflasyon mu? İşsizlik mi? Sormak bile abesle iştigaldir. İnsanlar işsiz, karınlar açsa, ”enflasyon sıfır olmuş” neye yarar. İş ve aş sağlamayan ekonomi hastadır, krizdedir. İşsizlik gerçekten ürkütücü boyutta mı abartıyor muyuz? TÜİK Mayıs ayı işsizlik rakamlarını açıkladı. İşsiz sayısı bir yılda 1 milyon 179 bin kişi artmış. Toplam işsiz sayısı 3 milyon 382 bin kişiye ulaşmış. Her dört gençten biri işsiz. İş aramaktan umudunu kesenlerle birlikte işsiz sayısı 6 milyonu aşıyor. Bunlar resmî rakamlar. Ekonominin krizde olduğunu ispatlamaya yetmiyor mu? Şimdi başbakanın sesini duyar gibiyim. “Tutturmuşlar bir işsizlik, işsizlik edebiyatı, bütün dünyada işsizlik var.” Haklı, küresel kriz bütün ülkeleri vurdu, milyonlar işsiz kaldı... Kaldı da Türkiye rakipsiz, hemen hepsini solladı. Letonya ve Estonya gibi semt devletlerini saymazsak ülkemiz; Güney Afrika ve İspanya’dan sonra dünya 3’üncüsü. Sıralama bu. İşsizlikte şampiyonluğa koşan bir ülke... Mazeret üretmeye çalışmayalım. Sorunun ciddîyetini kabullenip istihdam sağlayıcı köklü ve kalıcı tedbirler için kolları sıvayalım. Sosyal patlamaların önlenmesi ve iç barışın devamı için buna mecburuz. Ayrıca işsiz güçsüzlerin ağırlıkta olduğu toplumlarda demokrasi de sağlıklı işlemez. Söz demokrasiye gelmişken, başbakanın toplantısında yaşananları bir de bu açıdan irdeleyelim. İnsanları azarlamak, susturmak, dışarı atmak... Hiç yakışmıyor. Hele demokratik açılım lâflarının gündemden düşmediği şu sıralarda. Haksızlık etmeyelim, demokrasiyle bağdaşmayan bu tür davranışlara sadece başbakanın toplantılarında değil, maalesef hemen hemen her platformda şahit oluyoruz. Partiler, sendikalar, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları, derneklerde de aykırı sesler susturuluyor, şiddet kullanılıyor, muhalif adaylar yaka paça kürsüden indiriliyor, yönetimler sancısız değiştirilemiyor ya da hiç değişmiyor. Bireysel ilişkilerimizde de durum pek farklı sayılmaz. Kişisel problemlerimizi belli nezaket ve zarafet çerçevesinde konuşmada zorlanıyor, kabalaşıyoruz. Hükümetin ortaya attığı demokratik açılımın muhtevası henüz bilinmiyor. Bilinen şu: Hoşgörü ve saygının hakim olmadığı, fikirlerin serbestçe ve korkusuzca dile getirilmediği, tabuların yıkılmadığı toplumlar demokratikleşemez. Bunun için esas görev liderlerimize düşüyor. Hayret ve ibretle izlediğimiz ”hakaret açılımını” kapatıp ”demokratik açılım” yolunda ilk somut adımları atmalarını, söz ve davranışlarıyla topluma örnek olmalarını bekliyoruz. Ama her şeyden önce demokrasi önündeki en büyük engelin, sık sık krizlere maruz kalan zayıf ekonomiler olduğu gerçeğini de unutmayalım. 31.08.2009 E-Posta: [email protected] |