Hasan YÜKSELTEN |
|
Sesimi duyan var mı? |
—17 Ağustos deprem şehitlerinden Mahir Küçük ve ailesine ithafen—
Öncelikle, bu köşeyi bugünkü yazımda biraz kişiselleştirdiğim için, okuyucularımızdan özür dilerim. ‘Sesimi duyan var mı?’ cümlesini hatırladınız mı? 17 Ağustos depreminin simgesiydi hani. Kurtarılmayı bekleyen bir can daha vardır umuduyla enkaz yığınlarına doğru bağırırdı kurtarma ekipleri. Depremle ilgili her haberde bu ses çınlar kulaklarımda. İnsanın yaşı ilerledikçe zaman daha hızlı akmaya başlıyor sanki. Belki çok kısa bir süre sonra şairin dediği gibi ‘Şakaklarıma kar mı yağdı ne var? Benim mi Allah’ım bu çizgili yüz?’ diyeceğiz. Öyle ya. On yıl geçmiş üzerinden. Oysa sanki dün gibiydi. Zemini 45 saniye boyunca müthiş bir sarsıntıyla sarsan, gecenin bir vaktinde uykumuzu bölerek bizleri sokaklara döken, hayata pamuk ipliğiyle bağlı olduğumuzu bizlere hatırlatan zelzele sanki dün yaşanmıştı. 17 Ağustos denilince; Değirmendere’de, Gölcük’te, Adapazarı’nda yol boyunca üst üste geçmiş apartmanları hatırlarım. Yıkık evlerden sallanan tülleri hatırlarım. Enkaz yığınlarını, şehirlere sinen ölüm kokusunu, çadır kentleri hatırlarım. Çınarcık’ta depremden bir gün öncesine kadar en ehl-i dünya manzaraların yaşandığı sahillerde, belediye hoparlörlerinden Yasin Sûresi’nin okunmasını hatırlarım. O günün sabah namazında camilerin tıklım tıklım dolduğunu hatırlarım. Yaşanan sıkıntılara ve acılara rağmen gülümseyebilen, isyan etmeyen, Allah’a tevekkül eden ve de yaşananlardan ders çıkarmaya çalışan nurlu simaları hatırlarım. Geride bıraktığımız deprem şehitlerimizi hatırlarım. Ama illâ ki Mahir Küçük Ağabey’i hatırlarım. Özellikle İzmitliler bilecektir Mahir Ağabey’i. Hayatının en önemli vazifesini Risâle-i Nur ve iman hizmeti olarak belirlemiş, kafası her zaman dâvâsıyla meşgul biri olarak hatırlayacaklardır. Ben kendisini, dâvâsında kararlı, mütebessim bir sima olarak hatırlarım. Hayatını dâvâsına adamış bir muhabbet fedaisi olarak hatırlarım. Kendisiyle her görüşmemizde, heyecan ve şevkle anlattığı hizmet hikâyeleriyle hatırlarım. Vefatından kısa bir süre önce görme engellilere Risâle-i Nur okuma projesiyle hatırlarım. Ben Mahir Ağabey’i hep iman hizmetlerindeki gayretiyle hatırlarım. Kendisiyle öğrenci sohbetlerinde ve okuma programlarında bir arada olurduk. Fındıksuyu’nda küçük kızlarının, sorduğum sorulara çocuk masumiyetiyle verdikleri cevapları Mahir Ağabey’e anlattığımda, ‘Ne yapsınlar, dünyadan bildikleri bu kadar’ demişti. O kadarla da kaldılar. Allah, rahmetiyle Mahir Ağabey ve ailesini hep birlikte cennetine alınca, küçük kızları da dünyanın melekleri mertebesinden cennetin çocukları mertebesine yükseldiler. Hayat farklı noktalara, farklı mekânlara savurur insanları ama kudsî bir dâvâya gönül verenler için zaman ve mekân fark etmez. Bediüzzaman’ın dediği gibi: ‘Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz mazide, birimiz istikbalde, birimiz dünyada, birimiz ahirette de olsak biz yine bir ve beraberiz’. İnanıyorum ki Mahir Ağabey, sen de Hafız Ali Ağabey misâli, yaşadığın minval üzere, cennet bahçesi olan kabrinde Risâle-i Nur’larla meşgulsün şimdi. Senin her zaman, okuldaki öğrencilerinden, öğretmenlerden, apartmanındaki komşularından, mahalledeki çocuklardan, vs. anlatacak bir hizmet hikâyen olurdu. Dünyadaki hizmet hatıralarını şimdi Üstadına anlatıyorsundur belki. Seninle ve İzmit’te hâlen şevkle, gayretle iman hizmetlerinde koşturan hakikat kahramanlarıyla tanışmış olduğum için kendimi bahtiyar addediyorum. Biz senin sesini Derince’de, İzmit’te, Fındıksuyu’nda ve birçok farklı mekânda, hayatlarına anlam kattığın insanların simalarında hâlâ duyuyoruz. Ümit ediyorum ki, nurlu hatıraların yaşandığı her mekânda cennet bahçesi olan kabrinde, sen de bizim sesimizi duyuyorsun. Allah bir daha bizlere, çaresizlik içinde ‘Sesimi duyan var mı?’ cümlesini duyurmasın. Başta Mahir Küçük Ağabey ve ailesi olmak üzere, bütün deprem şehitlerimize binlerce fatihalarla… 17.08.2009 E-Posta: [email protected] |