Suna DURMAZ |
|
Yahudiler ‘seçilmiş’ kullar mı? |
İSRAİL'İN TEMELİ (4)
Siyonistler Mukaddes toprakların Allah tarafından kendilerine vaad edildiğini öne sürmekten başka, bir de Yahudilerin “seçilmiş kullar” olduklarını iddia ederler. Temelinde ırkçılık bulunan bu iddia da tamamen düzmecedir. Zira Yahudilerdeki seçilmişlik duygusu Babil sürgünü esnasında oluşmuştur. Yahudilerin yerli halk içinde erimelerine engel olmak isteyen Rahip Nehemi ve Katip Esdras, çıkardıkları kanunlarla Yahudileri ülkenin insanlarından ve yerli kadınlardan uzaklaştırarak “saf Yahudi kanı” meydana getirmeye çalışmışlardır. (1) Romalıların İkinci Mabed’i yıkmalarından (M.S. 70) sonra içlerine iyice kapanan Yahudiler, kendi kendilerini diğer milletlerden ayrı tutarak bir Yahudi exclusivizmi (dışa kapalılık) meydana getirmişlerdir. Ve yine bu dönemden itibaren, diğer milletlere mensup insanlardan da “Yahudi olmayanlar” mânâsına gelen tek ve kapsayıcı bir isimle “gentiles” diye bahsetmişlerdir. (2) Siyonistler tarafından seçilmiş bir halk efsanesi oluşturulmasını çocukça bulan Garaudy, bu konuda şunları söyler: “Seçilmiş halk düşüncesi tarih açısından çocukçadır... Zira kitaplarını kendileri yazan bütün halklar aynı şeyi söylemişlerdir. Kendilerini üstün görmüşler ve seçildiklerini öne sürerek işi sona erdirmişlerdir. Ancak neden bazılarının yazıları gerçeğin ta kendisi olsun? “Seçilmiş halk düşüncesi, siyasî bir cinayettir. Zira bu düşünce tarihte her zaman saldırıyı kutsallaştırmış, yayılma ve egemenlik tutkularına yaramıştır. “Seçilmiş halk düşüncesi teorik açıdan dayanılmaz bir düşüncedir. Zira bir seçilmiş varsa bir de kovulmuş olacaktır.” (3) İsrail’in “seçilmiş kullar” fikrini yorumlayan Martin Buber, “Seçilmiş olma bir üstünlük duygusunu değil, aksine kaderin bir yönünü belirler. Bu duygu başkalarıyla mukayaseden değil, aksine bir yüce istidattan ve peygamberlerimizin durmadan hatırlattıkları bir vazifeyi yerine getirme sorumluluğundan doğar: Eğer siz Allah’a boyun eğerek yaşamak yerine seçilmiş kimseler olmakla övünür durursanız, bu büyük bir görev suçu olur” diyor. Bir iman cemaatinin üyeleri olmanın “millet” olmaktan daha yüce bir değer olduğunu söyleyen Buber’e göre, 19. yüzyıl Avrupa’sının modern milliyetçiliğinden doğan Yahudi milliyetçiliği, Yahudileri maneviyattan koparmıştır. 12. Siyonist kongresinde yapmış olduğu konuşmada bu konuya değinen Buber ”Bizler Yahudi milliyetçiliğini, bir halkı putlaştırma yanlışından kurtaracağını umuyorduk. Bunda başarısız olduk.” (4) “Seçilmiş kullar“ olduklarına inanan siyonist Yahudilerin emperyalistlerle işbirliği yaparak Filistin toprakları üzerinde kurdukları İsrail, siyasî varlığının ve devleti ayakta tutabilmek için yapmış olduğu eylemlerin Allah tarafından onaylandığını iddia etmekte. Yahudi Haham Elmer Berger’e göre, siyonistlerin Kitab-ı Mukaddes’e dayatarak öne sürdükleri bu iddia bâtıldır. Çünkü Peygamberler Siyon’un kurulmasından bahsettikleri zaman, kutsal niteliğe sahip olan bizzat toprağın kendisi değildi. Kutsal olan; ne halktı, ne de toprak. Allah’ın İsrailoğullarıyla yapmış olduğu “Ahd” idi kutsal olan. Ama İsrailoğulları bu ahdi bozmuşlardı. (5) Sürgün boyunca, asırlar boyu farklı toplumlar arasında yaşamak zorunda kalan ve bu toplumlar tarafından sürekli tahkir edilmiş olan Yahudiler, kendilerini yok olma psikolojisinden kurtarmak için “etnik üstünlük ve seçilmişlik” dogmasını üretmiş ve bu dogmayı nesilden nesile aktararak bugüne getirmişlerdir. Ahmet Davudoğlu, Yahudilerin dinî bir kisve giydirerek meşrû kıldıkları “etnik üstünlük ve seçilmişlik” dogmasının Yahudileri üç temel gaye etrafında topladığını söylüyor: “1- Farklı toplum realiteleri ve siyasî konjonktür içinde varlığını idame 2- Muhtemel tehlikeler karşısında her an taşınabilir-mobil bir güç oluşturma 3- Bu gücü teorik seçilmiş toplumun misyonu doğrultusunda kullanma.” Davudoğlu’na göre, yukarıdaki gayeler etrafında toplanan Yahudiler; azınlık oldukları zamanda direnme, güç sahibi oldukları dönemlerde de mutlak anlamda hükmetme becerisi kazanmışlardır. Bu durum, Yahudi psikolojisinde yerellikle evrensellik arasında gidip gelen bir gerilim meydana getirmiştir. Ortaçağ boyunca bu çağların getirmiş olduğu yerellik içinde gettolarda sıkışmış olan Yahudiler, aynı zamanda seçilmiş millet olarak kuracakları evrensel hakimiyet idealini yaşatmaya çalışmışlardır. (6) Yahudiler, kendilerini Mısırlılara köle olmaktan kurtaran Allah’tan başkasına kul olmayacaklarına; ne yerde, ne gökte, ne de suda yaşayan he hangi bir canlıya benzer puta tapmayacaklarına; adam öldürmeyeceklerine; zina etmeyeceklerine; yalancı tanıklık yapmayacaklarına; iftira atmayacaklarına; yalan söylemeyeceklerine; çalmayacaklarına; komşunun karısına, erkek-kadın kölesine, öküzüne-eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceklerine (Mısırdan çıkış, 20:2-17) dair Allah’a söz vermişlerdir. Ancak vermiş oldukları sözde durmamışlardır. Hz. Musa’ya verilen On Emir’den alınan yukarıdaki maddeleri, kendi elleriyle yazmış oldukları Yahudi Şeriatı Kitabında (Halacha) tamamen farklı bir şekilde yorumlamışlardır. İşte bu yorumlardan bazıları: ”Yahudiler kesinlikle normal insanlar değildirler ve olamazlar. Onların ebedî eşsizlikleri Sina dağında yaptıkları kutsal sözleşmenin sonucudur. Tanrı, diğer milletlerden adalet ve doğruluk yasalarına boyun eğmelerini isterken, bu tür yasalar Yahudiler için uygulanmaz Yahudi olmayan birini öldüren Yahudi, insanî yargıdan muaftır ve cinayet konusunda dinî yasalardan birini ihlâl etmiş de değildir. Yahudi olmayan birinin malı çalınabilir. Yahudi olmayan bir çocuk yoldan geçmekte olan bir arabaya taş atmak gibi cinayet işlemeye niyet etmişse, bu çocuk ‘Yahudi katili’ olarak görülmeli ve mutlaka öldürülmelidir.” (7) Görüldüğü gibi yukarıdaki Tevrat âyetleri ile onun “Halacha”daki yorumu arasında büyük bir tezat, daha doğrusu psikolojik bir anormallik vardır. ” Allah nezdinde hak din İslâmdır” (Al-i İmran, 19. âyet) diye buyuran Allah Teâlâ, hak ile bâtılı birbirinden ayıran Tevrat’ı gönderdiğinde, cümle âlem putlara tapmaktaydı. Kendilerine Tevrat’ın inmesiyle şereflenen İsrailoğulları, insanlığı Tevhid dinine çağırsınlar diye Allah tarafından vazifelendirilmişti. “Ey İsrailoğulları ! Size verdiğim nimeti ve sizi (bir zamanlar) cümle âleme üstün kıldığımı unutmayınız.” (Bakara Sûresi, 47.âyet) Ancak, âyetleri kafalarına göre yorumlayan ve bu yorumlarla, ”Âdil” ismiyle değil kulları arasında, hayvanlara dahi adaletle muamelede bulunulmasını emreden Cenab-ı Hakka iftira atmışlardır. Sonuç olarak, İsrailoğulları kibirleri, Tevrat’ı kendi süflî arzularına göre yorumlamaları ve daha nice olumsuz sıfatları yüzünden Allah tarafından kendilerine verilen evrensel görevi yerine getirememişlerdir. Buna bağlı olarak da “seçilmiş kullar” sıfatını kaybetmişlerdir.
Dipnot: 1- Muhammed Abdulhamid el-Hatip, “Al Quds The Place of Jerusalem in Classical Judaic and İslamic Traditions,” Ta-Ha Publishers, London, 1998, s. 26 2- İsrael Shahak, “İsrail’de Yahudi Fundamentalizmi,“ Anka Yayınları, 2002, s. 27 3- Roger Garaudy, “Siyonizm Dosyası,” Pınar Yayınları, s. 83 4- Roger Garaudy, “İsrail, Mitler ve Terör,” Pınar Yayınları, 2005, s. 22-3 5- a.g.e., s. 39 6 - Ahmet Davudoğlu, “Stratejik Derinlik,” Küre Yayınları, 2008, s. 374 7- İsrael Shahak, “İsrail’de Yahudi Fundamentalizmi,“ s. 130-132, 139 16.08.2009 E-Posta: [email protected]@hotmail.com |