Hüseyin GÜLTEKİN |
|
Bir itidal ve sabır örneği |
Her yerde, her zaman sabır içinde olmak, tevekkül etmek, arzu edilen bir hâldir, güzel bir davranıştır. Her halükârda, her şart altında teslimiyet içinde olmak, soğukkanlılığımızı muhafaza ederek itidal içinde olmak takdire şayan bir duruştur. Ama ideal olan, asıl gıpta edilecek durum, belâ zamanında, musîbet vaktinde gösterilen sabır ve metanettir. Arzulanan, takdir edilen duruş, bir felâket veya tehlikeli bir hastalık zamanında sergilenen itidal, merdane hâl ve tavır olsa gerek. Musîbet ve belâ şiddetlendikçe, hastalık ve felâketler tehlike arz ettikçe gösterilen sabır, sergilenen itidal ve tevekkül daha bir değer kazanır. Böyle bir girizgâhtan sonra, kardeşimin dûçâr olduğu bir hastalık dolayısıyla sergilediği itidal ve merdane duruşunu, hepimize faydalı olur niyetiyle nazarlara sunmayı uygun buldum. Muzdarip olduğu hastalığın teşhis ve tedavisi için kardeşimi muâyene eden doktor, hastalığın ciddiyetinden şüphelenmiş olmalı ki, kardeşime koyduğu teşhis hakkında birşeyler söyleme şaşkınlığı ve telâşı içinde bocalarken; kardeşim “Doktor bey, her halde biraz korkuyorsun. Korkmana hiç gerek yok. Korkmadan bildiklerini bana söyle” deyince doktor bey “Evet, maalesef biraz korkuyorum hastalığından... Ama yine de tahlil ve tetkiklerin sonucunu bekleyelim” diyor. Tetkik ve tahliller bittikten, uzun ve dikkatli kontrolden sonra, doktor bey yine üzüntülü, telâşlı bir şekilde “Hasta değil, hastanın yakınları yanıma gelsinler bakalım” deyince, hasta kardeşim gayet sakin ve soğukkanlı bir şekilde “Hasta yakınlarını ne yapacaksın, hasta olan benim, hiç çekinmeden hastalığım hakkında her şeyi açıkça bana söyleyebilirsiniz” diyerek doktor beyin odasına giriyor. Ve doktor bey, kardeşimin bu cesurâne tavrı karşısında, hastalığının oldukça tehlikeli bir hâl aldığını, bunun için hiç zaman geçirmeden, en kısa zamanda, tam donanımlı bir hastanede, güvenilir hekimlerin kontrolünde mutlaka ameliyat olmasını tavsiye ediyor. Kardeşimin bu ciddî rahatsızlığını ilk defa duyduğumda itiraf etmeliyim ki itidalimi, soğukkanlılığımı kontrol etmekte bir hayli zorlandım. Bir anda iç dünyamı bir hüzün, bir elem kapladı. Ama biliyorum ki, üzülsem de, sarsılsam da onun yardımına koşup, onu teselli etmek bana düşüyor. İlk haberin şokunu üzerimden attıktan ve şöyle bir toparlandıktan sonra kardeşime manevî destek vermek için yanına gitttiğimde bir de ne göreyim, sanki hasta olan benim, sapasağlam olan da o. Onu gayet sakin, morali yerinde, çevresindeki insanlarla sohbet halinde görünce, benim de bozulmuş olan hâlet-i ruhiyem yerine geldi. Ben hastalığı veren Şafi-i Hakîkî’nin dilerse şifasını da vereceğini, Yüce Allah’ın sevdiği kullarına musîbet ve belâları verdiği gibi hastalıkları da verdiğini, dolayısıyla bu gibi hastalıkların hata ve günahlarımızı silip süpürdüğünü, ayrıca hastalıklardan korkmamamız gerektiğini, en tehlikeli hastalıkların dahi çaresinin bulunduğunu anlatmaya çalıştım. Beni dikkat ve ilgiyle dinleyen hasta kardeşim, “Ağabey, hastalığımın ne derece amansız olduğunu biliyorum. Ama kesinlikle ne hastalığımdan, ne de ölümden korkmuyorum. Çok şükür inancım var, imanım var... Böyle bir adam ne diye korksun ki? Bu dünyaya geldiğimiz gibi, zamanı gelince bu dünyadan göçüp gideceğimizi de biliyoruz çok şükür. Ama elbette bu hastalıktan kurtulmak için, tedavi için elimizden geleni yapmak durumundayız. Benim bu hastalığıma dost ve akrabalar hiç üzülmesinler. Bana duâ etsinler. İnşaallah bu amansız hastalıktan kurtulacağım” deyip beni ve diğer dost ve akrabaları teselli edince, herkes rahat bir nefes almış oldu. Evet, şimdi kardeşim Mehmet Gültekin bu amansız hastalıktan kurtulmak için hepinizden duâ talebinde bulunuyor. Lüften duâlarınızı esirgemeyin. 09.08.2009 E-Posta: [email protected] |