Hakan YALMAN |
|
Din ve dünya dengesi |
Modern dünyanın getirdiği imkânlar ile dinî hayatın uyum süreci önümüzdeki yıllarda dinin ulaşacağı sosyal yapının genişliği açısından belirleyici olacak. Artık en lüks alış veriş yerlerinde mescidler, şehirler arası yollarda bütün dinlenme tesislerinde namaz ve abdest için imkânlar var. Üstelik çok estetik ve nezih dizaynlı bir şekilde. Bu, dinin dünya ile uyum sürecinde daha dünya ağırlıklı yaşanan bir dönemde uyum sürecinin de gittiği yönü göz önüne seriyor. Küresel bir ölçüde yaşanacak olan saadet asrının emâreleri de her geçen gün daha belirgin şekilde ortaya çıkıyor. Hayat, anlamını yaratılış gayesi ile uyumlu şekilde ele alındığında buluyor. Fert, çevresindeki her şeyi Rabbi ile irtibatlandırdığında varlığa yüklenen anlam o kadar farklı bir hâl alıyor ki, yaşadığınız her hâlin ve her saniyenin anlamlı olmasının getirdiği güzellikle yaşanan bir hayat elbette çok daha anlamlı ve yaşanmaya değer bir anlam ifade ediyor. Varlığın temel yapı taşı olduğu düşünülen zerrelere yüklenen anlam ve onların anlaşılması, gerek bilimin, gerekse insanlığın en önemli problemlerinden biri olagelmiş. Belki de zerre anlamlı hâle geldiğinde bütün varlıkların da anlamlı olacağı düşüncesi ile bu problem insanlığın gündeminde çok farklı bir yerde ve farklı bir önemde gözleniyor. Diğer taraftan 24. Mektub’da kâinatın Hazret-i Muhammed’in (asm) kabul edilmiş bir duâsı olduğu ve kâinatın yaratılış maksadının ya da sebebinin bu güçlü duâ ve o duâya âmin diyen mü’minler olduğu ifade ediliyor. Bu duâ sonsuz bir mutluluğun duâsı. Bu duâ, Rabbi’nin güzel isimlerini hissetme duâsı. Bu anlamda ele alındığında hayatın gerçek güzelliği ve anlamı da bu arayışlarla ortaya çıkıyor olmalı. Gerçek mutluluk ve samimî barış ancak Allah’ı ortak duygularla hissedenlerin bir arada yaşadığı bir dünyada mümkün olabilir. Geçen zaman da insanlığın topyekûn bu noktaya doğru adım adım gittiğinin işaretlerini ortaya koyuyor. İnsanlık ve bilim adamları, uzun zamandır her şeyin anlamını ve işleyişini çözecek bir arayış içindeler. Süpersicim gibi teoriler bu arayışın sonuna doğru yaklaşıldığı ümidini doğurdu. Ancak belki de en temel problem, anlam arayışını sadece maddî alanda ve fizikî yaklaşımlarla yürütmek oldu. Her şeyin teorisinin arayışı içinde her şeyin en temel özelliğinin ‘yaratılmış olmak’ şeklinde ortaya konmaması, muhtemelen bilimin yaşadığı en büyük sıkıntı kaynağı. Bilim de bu anlamda seküler olmak takıntısından kurtulmalı ve eşyanın gerçek zemininden uzaklaştırılarak anlamlandırılması zorlamasından uzaklaşmalıdır. Artık yeryüzünde bulunan bütün idrak sahipleri olarak ortak değerimiz olan kullukta buluşmalı ve insanlığımızı ortak duygularla hissetmeliyiz. Bu başarıldığı an, dünya muhakkak insanlık onurunun çok daha yükseldiği barış ve huzur dolu bir zemine dönüşecektir. Bunun da temelini adalet temsil edecektir. Evet, gerçekten adalet mülkün temelidir. Adaletin en önemli alanlarından biri de, din ve dünya dengesi olmalıdır. Bu dengenin de dinamikliğinden söz edebiliriz. Yani din ve dünya dengesi yaşanılan zaman ve içinde bulunulan şartların nazara alındığı bir zeminde sağlam bir yapı hâlini alabilir. Yani, ata binmenin sünnet olduğu algısı, içinde yaşadığımız şartlar içinde arabaya binmek şeklinde yorumlanabilmelidir. Zamanın şartları içinde dinin sosyal yapıya ana çerçevesinin bozulmadan oturtulduğu ve sosyal yapının parçası olan her ferdin yaşayabileceği bir tarz ile ortaya konduğu ölçüde din umuma mal olur. Elbette bu süreç içinde temel meseleler âyet ve hadislerin ortaya koyduğu hükümler en sağlam şekilde muhafaza edilmeli, ana çerçeveyi onlar belirlemelidir. Beş yıldızlı bir otelin göz kamaştıran güzellikte mescidinde namaz kılan ve çok güzel dizayn edilmiş abdestliğinde abdest alan, iş hayatının en yoğun ortamlarında yer alıp o koşuşturmaca içinde namazını ihmâl etmeyen insan modeli, önümüzdeki asrın İslâm modeli olacak gibidir. 04.08.2009 E-Posta: [email protected] |