Hakan YALMAN |
|
Adalet ve dairelerin dengesi |
Varlık âleminin en önemli özelliklerinden biri adalet üzere işliyor olması. Bu mânâyı bozma gayreti içindeki bütün hukukçulara rağmen eşyada hakim olan bir adalet var ve bu varlığın her safhasında işliyor. Hem kâinat kitabının hem de Kur’ân’ın en temel düsturlarından biri adalet. Adalet bir dengenin ifadesi ve var olan her şeyde bir denge hep gözleniyor. Eşyanın kendi iç yapısında ve maddî planda bir denge olmakla beraber dengenin bütünde tamamlandığı ve mutlaklaştığı alan dünya ve ahiret dengesi olmalı. Bir hukukçunun ya da idarecinin tüylerini ürpertecek, uykularını kaçıracak ve çok hassas düşünmesini ve davranmasını gerektirecek hakikat de bu olmalı. Artı-eksi, sıcak-soğuk, yaş-kuru, iyi-kötü gibi unsurlarda bir dengenin gözlendiği âlemde zaman zaman bu adaletli yapıya uymuyormuş gibi gözlenen ve varlığın geneline yayılmış bir hakikat olan adaletle uyumlu olmayan hallerden kaynaklanan boşluğun tamamlayıcısı uhrevî âlem ya da ahiret. Yaşadığımız âlemde verilen nimetlerin elden alındığı gibi bir yapının olması, bizleri nimetlere boğan Rabbimizin bunları elimizden alıyormuş gibi olduğu bir işleyiş kıyametin ardından saadet-i ebediyenin geleceğinin en büyük delilidir. Bu noktada Üstad İşarat’ül İ’caz’da “din gününün sahibi” mânâsını tefsir ederken hükmü çok açık koymuştur: “Evet rahmetin rahmet olması, ni’metin ni’met olması ancak ve ancak haşir ve saadet-i ebediyeye bağlıdır. Eğer Âlemlerin Rabbi adil-i mutlaksa ki buna en ufak şüphe bırakmayacak delil bizzat varlık âlemidir, o halde burada eksik kalanların tamamlayıcısı bir başka âlemin varlığı vaciptir. Bu dünya ve ahiret dengesi içinde aynı zamanda daire-i esbap ve daire-i itikad dengesi ortaya çıkar. Maddî âlem daha çok hikmetin hakim olduğu ve sebeplerin ön planda işlediği bir zemin şeklinde halk edilmiştir. Bu zeminde pek çok şeyin arka planında işleyen gerçek kudret gizlenmiş ve sebepler ön plana çıkarılmıştır. Bu hakikatlerin zıtları ile ortaya çıkmasını gerekli kılan ve kötü ya da şer şeklinde algılanması gereken işleyişlerde, kudretin şerle irtibatını doğru yere oturtamayacak arzî nazarlarda ortaya çıkacak sonucun azamet ile bağdaşmayacağının bir sonucu olmalıdır. Bu durumun idraki ve gerçek hikmeti ancak uhrevî bir nazarla algılanabilir. Ancak her dairenin kendi hükümlerine riayet de yine adalet gereği olmalıdır. Daire-i esbabın gereği sebeplere riayet ve varlığın işleyiş basamaklarına itaat etmekle sonuç almaktır. Daire-i itikat alanından bakıldığında ise sebeplerin hiçbir etkisinin olmadığı aslında her şeyin direkt kudret kaleminden çıktığı gözlenir. Adaletin gereği her iki alanda da o alanın hükümlerine göre hareket etmektir. Bu olmadığında ortaya çıkacak durumu zamanın Bedii şu veciz ifadelerle ortaya koymaktadır: “Daire-i esbabda iken tabiatıyla, vehmiyle, hayaliyle daire-i itikada bakan Mutezile olur ki, te’siri esbaba verir. Ve keza, daire-i itikadda iken ruhiyle imanıyla daire-i esbaba bakan da esbaba kıymet vermeyerek Cebriye Mezhebi gibi tenbelcesine bir tevekkül ile nizam-ı âleme muhalefet eder.” İşte din gününün sahibi olan Allah, o günde yaşanan her şeyin tam karşılığını verecek ve yine o günde dinin hakikatleri esbabdan sıyrılmış şekilde bütün çıplaklığı ile ortaya çıkacaktır. İşte o zaman sebepler alanında hikmet gereği yaşatılan ve aklımızın dar ölçüleri ile İlâhî adaletle bağdaştıramadığımız pek çok hadisenin aslî boyutu ortaya çıkacak ve her hadisenin, yaratılan her olayın sahibi olan Zat daha dengeli ve ölçülü şekilde idrak edilecektir. Orada daire-i itikadın daha ön plana çıkması ve daire-i esbaba galebesi ile her şeyin iç yüzü ortaya çıkacak ve hadiselerin arkasındaki ulvî maksatlar netleşecektir. Henüz yeryüzünde bulunan bir insan için bu durum ancak daire-i itikada yönelik olarak yaratılmış kalp alanında yaşanabilir. Bu noktadan bakıldığında, bir arzlının daire-i itikad ve daire-i esbab dengesi, fiilleriyle sebepler alanında bulunup oranın gereklerine tam riayet ederken, kalbi ve itikadı ile daire-i itikadda kalıp eşyanın gerisindeki asıl tesir sahibini unutmamaktır. Dünya ve ahiret dengesi anlamındaki adaletin tanımı da bu olsa gerektir. 28.07.2009 E-Posta: [email protected] |