M. Latif SALİHOĞLU |
|
Risale-i Nur'da Mehdi meselesi |
Tâ Asr–ı Saadetten beri ara ara gündemi işgal eden Mehdi meselesi, günümüzde ve bilhassa son günlerde daha yoğun bir şekilde konuşulur, hatta yer yer tartışılır bir hale geldi. Bu meyanda bize de intikal eden birçok soru var ki, yekûnu bir düzineyi geçiyor. Bunları, bugünden başlamak üzere soru–cevap tarzında işleyerek sizlere takdim etmek istiyoruz. Buyurun, birlikte takip edelim... * * * Soru: Son zamanlarda sıklıkla gündeme getirilen Mehdi meselesinin bir tartışma konusuna dönüştürülmesinin sebebi nedir?
Cevap: Esasında ortada ciddî bir tartışma konusu yok. Görünen şey, bazı noktalarda birbiriyle uyum sağlamayan görüş ayrılıklarıdır. Kırıcı boyutlara taşınmadığı takdirde, bunu yine de anormal bir durum olarak karşılamamak lâzım. Zira, Mehdî gibi diğer âhirzaman şahısları ve hatta hâdiseleri ile ilgili rivâyetler hem muhteliftir, hem de kısmen ihtilâflıymış gibi görünüyor. Ancak, bu muğlak ve flu görüntünün de haklı ve geçerli birkaç sebeb-i hikmeti var. Birincisi: Biraz sonra genişçe bahsedeceğimiz "müphem"lik sır ve hikmetidir. İkincisi: Asr-ı Saadetten hemen sonra, ümmet, âhirzaman beklentisi içine girmiştir. Hazret-i Mehdî (as) zuhur edecek diye, onun gelişini daima intizar etmiştir. Kezâ, bütün ümmet 1400 senedir âhirzamanın dehşetli şerrinden, Deccal ve Süfyan'ın korkunç fitnesinden hep istiaze ile Allah'a sığınmış, "Allahümme ecirna min fitnet–i âhirizzaman; Allahümme ecirna min fitnet-i Mesihi'd-Deccal ve's-Süfyan" diye duâ etmiştir. Üçüncüsü: Âhirzamanın Büyük Mehdî'sinden evvel, müceddit ve müçtehidler olarak, her asırda hidayet vazifesi gören "küçük mehdiler" gelmiş. Rivâyetlerin bir kısmı, Mehdi-yi Azam'ın geçmişteki halefleri, aktabları ile ilgilidir. Bu yüzden rivâyetler bazan birbiriyle iltibas edilmiş. Ve yine bu sebeple, bir kısım veliler, yüksek makamlara (makam–ı Hızır gibi) çıktıklarında kendilerini Mehdî telâkki ederlerken, bir kısmı da Mehdî'nin gelip gittiğine kanaat getirmişler. Bütün bunlar bize gösteriyor ki, "müphem"lik sırrına, teklif ve imtihan lüzumuna uygun olarak, Mehdîyet meselesinde görüşler tam netleşemiyor; teviller, yorumlar çatallaşmak zorunda kalıyor. Bize göre, bu durum üzücü değil, sevindirici bir görünüm arz ediyor. Yeter ki, kırıcı tartışmalar yaşanmasın, haset, kıskançlık ve gıpta damarlarını tahrik edici iddialar, dayatmalar ileri sürülmesin. Bırakalım, herkes kendi meslek ve meşrebinin muhabbetiyle yaşasın. Mürşidlere olan muhabbetten, ziyade hüsn–ü zandan kimseye zarar gelmez. Yeter ki, ifrata gidilmesin, başkasını tahkir ve tezyif edecek söz ve davranış içine girilmesin. Herkesin mürşidi, hâdisi, mehdisi kendisine bırakılsın... Bu noktadan hareketle, şahsen kendim de Risâle-i Nur mesleğinin muhabbetiyle yaşıyor, hayata ve hadiselere yine bu mesleğin nuranî penceresinden bakmaya çalışıyorum. Dolayısıyla, Mehdî meselesine ve sair âhirzaman hadiselerine de, yine ancak Risâle–i Nur'un gözlüğüyle, dürbünüyle bakarak yorum yapmaya cesaret edebiliyorum. Elbette ki, diğer âlimlerin, ilâhiyat ve medrese ehli ilim adamlarının görüşlerine de saygılıyım. Fakat, kendim Üstad Bediüzzaman'ın içtihadıyla, tecdit hizmetiyle ve Kur'ânî yorumuyla, ancak ilmen tatmin olabiliyor ve vicdânen rahat edebiliyorum. Bunun da yadırganmaması icap ediyor. Suâllere verdiğimiz cevaplarda, yine bu Nur menbaından istifade ettiğimizi açıkça ifade etmek durumundayız. İsteyen istediği şekilde not vermekte serbesttir. Kusurlar nefsimizden, güzellikler Kur'ân'ın malı olan Risâle–i Nur'dandır.
Soru: Kur’ân’da Mehdi’ye işaret var mı?
Cevap: Kur’ân’da Mehdî'ye sarih mânâda bir işaret bulunduğunu bilmiyorum. Olduğunu da sanmıyorum. Fakat, yaş-kuru ne varsa herşeyin kıymeti nisbetinde içinde mevcut olduğu Kur’ân-ı Mu'cizü'l–Beyanda, Hazre-i Mehdi hakkında işarî, remzî, cifrî mânâda da olsa, bazı işaret ve beşaretlerin bulunduğunu düşünmek ve kanaat getirmek yanlış olmasa gerektir. Üstad Bediüzzaman, Cenâb-ı Hakk'ın "Mehdî ile âlemin zulümatını dağıtacağını vaad etmiştir" dediği Mektûbat isimli eserinin 29. Mektubunda şöyle bir yorumla konuya açıklık getiriyor: "Cenâb–ı Hak, kemâl–i rahmetinden, şeriat–ı İslâmiyenin ebediyetine bir eser–i himayet olarak, herbir fesad–ı ümmet zamanında bir muslih veya bir müceddid veya bir halife–i zîşan veya bir kutb–u âzam veya bir mürşid–i ekmel veyahut bir nev'î mehdî hükmünde mübarek zatları göndermiş, fesadı izale edip milleti ıslâh etmiş, din–i Ahmedîyi (a.s.m.) muhafaza etmiş. "Madem âdeti öyle cereyan ediyor. Âhirzamanın en büyük fesadı zamanında, elbette en büyük bir müçtehid, hem en büyük bir müceddid, hem hâkim, hem mehdî, hem mürşid, hem kutb–u âzam olarak bir zât–ı nuranîyi gönderecek ve o zat da ehl–i beyt–i Nebevîden olacaktır. "...Kadîr–i Zülcelâl, Mehdî ile âlem–i İslâmın zulümatını dağıtabilir. Ve vaad etmiştir; vaadini elbette yapacaktır." Yine, Birinci Şuâ'da 33 Kur'ân âyetinin cifrî ve ebcedî mânâlarını yorumlayan Üstad Bediüzzaman, âhirzaman hadiseleriyle bağlantılı olan bu âyetlerin, müttefikan Hicrî 13. asrın âhirine ve 14. asrın evveline baktığını "ikinci bir ihtar" ile ifade ediyor.
Soru: Peygamber Efendimizin hadislerinde Mehdi ile ilgili neler var?
Cevap: Çok şey var; birçok hadis-rivâyet mevcut. Bunlardan birkaç misal vererek geçelim. * "Hazret-i İsa Aleyhisselâm gelir, Hazret–i Mehdîye namazda iktida eder, tâbi olur." (Buhari, Enbiya: 49; Müslim, İmân: 244; İbn–i Mâce, Fiten: 33; Müsned, 2:336, 3:368) * Mehdî, bendendir; Al-i Beytimdendir; Fatıma'nın çocuklarından olacak... (Ebû Dâvud, Mehdî: 1) * Mehdî, zulüm ve haksızlıkla doldurulan yeryüzünü, hak ve adâletle doldurur. (Taberânî'nin Esat'ı; Ebû Dâvud, Mehdî: 7) * Mehdî, neslimden bir şahıstır. Yüzü parlak yıldız gibidir. (Rüyanî'den) 28.07.2009 E-Posta: [email protected] |