Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Eğitim nereye? |
YÖK’ün katsayı kararıyla ilgili tartışmalar sürerken, 3. Ergenekon iddinamesinde isminin yer alıp almayacağı merak konusu olan Sabih Kanadoğlu’nun “Danıştay iptal eder” açıklamasına karşı, Danıştay’ın daha evvel katsayı meselesinde YÖK’ün yetkili olduğunu vurgulayan kararlar verdiği hatırlatılıyor. Olabilir. Ama o kararların verildiği ortamla şimdiki durum arasında çok önemli bir fark var: O zamanlar YÖK, Gürüz veya Teziç gibi başkanlar ve aynı zihniyeti paylaştıkları üyelerle çok katı bir 28 Şubat çizgisinde yer alıyordu. Ama şimdi başkan da, üyelerin çoğu da AKP iktidarıyla paralel görüşlere sahip olmakla eleştiriliyor. (AKP 28 Şubat’ın neresinde; ayrı bir bahis.) Onun için, Danıştay katsayıyı artık yetki yönüyle değil, Tansel Çölaşan’ın işaretini verdiği “Tevhid-i Tedrisata aykırılık” iddiasıyla ele alır. Bu iddianın, akan suları durduran “değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez anayasa maddeleri” ile de perçinlenmesi sürpriz olmaz. Tabiî, böyle bir durum, son olarak HSYK krizinin, zaten ciddî şekilde sarsılmış olan “yargıya güven”deki erozyona Danıştay cenahından da yeni ve tarihî katkılar sağlayarak, köklü ve kapsamlı bir yargı reformunun kaçınılmazlığı gerçeğini daha kalın çizgilerle kamuoyuna gösterir. Ve orada da, bu reformu hâlâ sürüncemede tutan siyasî iradenin anlaşılmaz tavrı sorgulanır. Bunlar, katsayı tartışmasında yaşanan seyrin yargı ve siyaset boyutlarındaki bazı yansımaları. Bu hengâme içinde arada kaynayıp giden ise, konunun özünü ve esasını oluşturan eğitim meselesi. Siyasetin yargıya ve yargının siyasete müdahalesini çok tartışıyoruz ve bu tartışmalardan henüz sağlıklı bir netice çıkarabilmiş değiliz. Öyle olunca da, günübirlik siyasetin ve siyasallaşmış yargının eğitime yönelik müdahalelerinin çocuklarımız ve istikbalimiz üzerindeki tahripkâr tesirlerini konuşmaya bir türlü sıra gelmiyor Oysa, esas tartışılması gereken mesele o.
Onbinlerce sıfır, yüzbinlerce baraj altı ÖSS sonuçları açıklanırken ortaya çıkan iki husus, eğitim alanındaki durumun ciddiyet ve vahametini gözler önüne seren iki önemli işaret. Bunlardan biri, 30 bin adayın sıfır puan alması. Evvelki ÖSS’lerde de bazan daha yüksek rakamlarla var olan bu durum, bu sene başvuruların bir miktar azalmasına bağlı olarak nisbeten daha “düşük” bir sayı ile ortaya çıktı. Bu hali önce “ortaöğretimdeki zaafiyet”e bağlayan YÖK Başkanı daha sonra “Tam da öyle değilmiş” gibisinden sathî açıklamalarla konuyu geçiştirmeye çalıştı. “Sıfır çeken” on binler, işin bir ciheti. Diğer bir ciheti ise, ÖSS’den çıkan ham puanların ortaya koyduğu genel seviyenin düşüklüğü karşısında, “çare” olarak barajın yirmi puan indirilmesi. Bizzat YÖK Başkanının açıkladığına göre, eğer bu indirim yapılmasaymış, önceki barajı aşıp da tercih yapabilecek durumdaki aday sayısı çok daha düşük sayılarda kalacakmış. Peki, masa başı yapılan böyle oran değişiklikleriyle, gerçek anlamda başarı düzeyi yükselmiş mi oluyor, yoksa sıfır puanlara ilâveten genel düzeydeki düşüklüğü de gizleyip örtbas etmeyi amaçlayan yeni bir gözboyama mı sergileniyor? Gerçek şu ki, eğitim sistemimiz çok bozuk. Genel anlamdaki seviye ve kalite düşüklüğü, anaokullarından her çeşit liseye kadar bütün ortaöğretim kurumlarının ortak problemi. Bir zamanların gözde okulları olan Anadolu liseleri dahil, tüm devlet okulları ciddî gerileme içinde. Çocuklar, en temel alanlarda bilgi altyapısından ve bununla bağlantılı olarak tefekkür, muhakeme melekesinden uzak ve mahrum şekilde “yetişiyor” ve sonuçta ya sıfır çekiyor, ya da meselâ yüzde 60’ı fen sorularını cevapsız bırakıyor. Bu tablo, övünülerek açıklanan iddialı müfredat reformlarının gerçekte ne denli kof olduğunu, sistemin çocukları ya hedefsiz, işe yaramaz bireyler veya potansiyel suçlu kişiler haline getirmek üzere öğütmeye devam ettiğini gösteriyor. 28.07.2009 E-Posta: [email protected] |