Kazım GÜLEÇYÜZ |
|
Yargı vesayeti |
Gelişmeler, 12 Eylül’ün kurduğu vesayet düzeninin yargı ayağında, AKP hakkındaki kapatma dâvâsında verilen kararla daha da perçinlenen daralmanın, seçilmiş iktidara neredeyse hiçbir hareket alanı bırakmayacak noktalara vardırıldığını düşündürüyor. Asker vesayetindeki “hafifleme” görüntüsü, yargı vesayetindeki koyulaşma ile telâfi ediliyor. Meclisin halktan aldığı yasama yetkisi, “üniversitede başörtüsü” ve “AKP’ye kapatma” dâvâlarındaki Anayasa Mahkemesi kararlarıyla budanıp tırpanlanırken, şimdi de “askere sivil yargı” ve “mayın temizleme” kanunları aynı mahkemede. İktidar grubunda bile fireye yol açan mayın kanunu geniş toplum kesimlerinin de itirazları dikkate alınmadan çıkarıldığı için, iptali yönünde çıkabilecek bir karar kamuoyunda belki memnuniyetle karşılanacak, ama ne pahasına? Meclis iradesi bir kez daha yara almış olacak. “Demokrasi, sivilleşme ve AB süreci adına çok önemli bir adım” olarak nitelenen “askere sivil yargı” kanununun iptali durumunda ise buna ilâveten demokratikleşme umutlarının yerini yine hüsran ve karamsarlık bulutları kaplayacak. AYM sürpriz yapıp da iptal başvurularını reddederse ayrı konu; o zaman en azından sivilleşme bahsinde yargının da demokrasiden yana tavır koymaya başladığını görerek ümitlenebiliriz. Keşke mahkeme hepimizi böyle şaşırtsa! Ama başörtüsü ve AKP kararlarına imza atıp, son olarak, eşi Ergenekon dâvâsında sanık olarak yargılanan Başkanvekili hakkında, AYM’de görülen dâvâlarla ilgili olarak dışarıya bilgi sızdırdığını tesbit ettiği halde işlem yapılmasına gerek görmeyen bir mahkemeden bu yönde karar çıkması maalesef zayıf bir ihtimal olarak görülüyor. Olayın diğer bir boyutu, Meclisten ve Çankaya’dan geçen kanunların AYM’ye takılmasında, yürürlükteki anayasa gerçeğinin dikkate alınmaması ve özellikle “askere yargı yolu” örneğinde olduğu gibi, yapılan düzenleme için objektif hukukçular tarafından da “anayasaya aykırılık” iddiası seslendirildiği ve dolayısıyla önce anayasanın ilgili maddesinin düzeltilmesi gerektiği halde, bunu yapmayıp, adeta iptal edileceğini bile bile kanun çıkarma yanlışına tevessül edilmesi.
Bu iktidar, vesayeti bitirebilir mi? Böyle gayri ciddî tavırlarla yargı vesayetini hafifletmek ya da bitirmek mümkün olabilir mi? Yargı vesayetinin “sivil” alandaki diğer etkili kurumları, özellikle hükümetin ve belediyelerin icraatlarını “idarî işlem” olarak denetleyen; bu çerçevede öğrenci burslarından Kur’ân kurslarına ve başörtüsüne, ders müfredatlarından okullardaki Atatürk köşelerine kadar birçok konuda aldığı ideolojik kararlarla gündeme gelen—umarız, YÖK’ün katsayı kararı da oraya gitmez—ve ayrıca idare mahkemesi kararlarının temyiz mercii olan Danıştay; hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının temyiz mercii olarak çalışan Yargıtay ve hakim ve savcı atamalarında yetkili HSYK. (Askerî yargı alanındaki kurumlar ayrı.) HSYK cenahında yaşanan ve adeta hükümetle yargı arasında bilek güreşine dönüşen son tıkanmayı günlerdir hep beraber takip etmekteyiz. Ortaya çıkan fotoğraf, üçü Yargıtay, ikisi Danıştay çıkışlı beş yüksek hakimle Adalet Bakanı ve müsteşarından oluşan kurulda, hükümet tarafının atamalarla ilgili listesini diğer cenaha kabul ettiremezken, onların dayattığı kritik görev değişikliklerine şimdiye kadar direndiği, ama sonuçta kurulun kilitlendiği bir tabloyu gösteriyor. Bu kilitlenmenin haftalardır tayin bekleyen “ünvansız” hakim ve savcıları da mağdur etmesi, önceki gece varılan “uzlaşma” ile önlendi, ancak kritik atamalarla ilgili sıkıntı hâlâ aşılmış değil. Hükümet kurulda ortaya konulan inatçı direnişi kıramazsa, sürünceme hali devam edecek. Ve bu durumun, koyulaşan yargı vesayeti ile iktidarsız iktidarın uzayıp giden çekişmesine dönüşüp, giderek büyüyen tehlikeli bir “devlet krizi”ni davet etmesi endişesi kuvvet bulacak... 23.07.2009 E-Posta: [email protected] |